bin dokuz yüz elli dokuz senesi haziranının onuncu günü saat yirmi. matbaada oturmuş, bîr saat evvel biten bir fırtınanın hikâyesini anlatmağa hazırlanıyorum. ben o fırtınayı bizzat yaşamışım, biteli bir saat olmuş ve siz benim bitaraf olmamı bekliyorsunuz... mümkün mü?
nasıl bitaraf olabilirim ki, ben futbol meraklılarının senelerce unutamayacağı, nesilden nesile anlatılacak bir muhteşem golün sahibi olan metin'in bizzat kendisiyim... ben, daha iki, üç gün evvel yarak hastası iken bu zorlu maçta takımdaki yerini alan, tabii muvaffak olamayan ve bu başarısızlığın, bu talihsizliğin ıstırabını yüreğinde ateş gibi hisseden basri'yim... ben şeref'im, oyunun ilk dakikalarında kaçırdığım fırsatın takımımın mağlubiyetinde hissem olduğunu hissediyor ve hala için için ağlıyorum... ben mete'yim. dursun'um. favori bir fenerbahçe karşısında «bir büyük maç» çıkartmanın hırs ve heyecanı ile adalelerimde bir çekik kuvveti, yüreğimde bir elektrik motoru gücü bulmuşum... ben özcan'ım, topu bloke ettikten sonra metin'in o kıyasıya tekmesini yiyerek kendimi kaybetmişim... ben tekrar metin'im, özcan'a vurduktan sonra basri'nin yumruğunu suratımda bulmuş ve bir an sonra avni'yi sahanın ortasında «knocdown» etmişim... ben can'ım, lefter'im büyük şöhretime rağmen sahada dolaşmaktan başka hiçbir şey yapmamış ve mağlubiyette en büyük rolü oynayan adam olmuşum... ben eşfak'ım, heyecanlı ve asabi birkaç futbolcunun sahada yaptığı affedilmez hataların meşülü sadece benmişim gibi bana tempo ile küfreden seyirciye bakıp 30 yıla yaklaşmış spor hayatımdan nefret etmişim... ben kapalı tribünün ortasında veya sol tarafında maçı seyretmiş herhangi bir seyirciyim, yaptığım taşkınlığın, savurdupum küfürlerin ne kadar ağır olduğunu ancak şimdi anlıyor ve utancımdan yerin dibine geçiyorum...
bitaraf olmak mı. boşuna beklersiniz, çünkü her hadisede ya failin utanç veya gururunu, yahut mağdurun üzüntü veya tevekkülünü yaşamışım...
heyecanla maça başlayan futbolcuları görmüş, acıyan, seven, hayran olan, yavrularına gayret dileyen bir anne gibi mahzun olmuşum... onüçüncü dakikada metin'in özcan'a vurduğu tekme ile başlayan, birkaç kişinin yumruk, kafa darbesi ve tekme ile yerlere yatırıldığı meydan kavgasını förüp futbolu seven bir insan olarak hırslanmış, ayıplanmış, tel'in etmiştim...
bilakis iki taraflıyım bu fırtınanın hikayesinde: hiç kimse beni o «abideleşecek» golü atan metin'in tarafından olmaktan menedemez... ve hiç kimse beni avni'ye yumruğunu atan metin'in veya 31 inci dakikada sert bir kafa darbesi ile yüksel'i yıkan suat'ın tarafından olmağa davet edemez... hasta yatağından yeni kalkıp sahada gücünün son imkanlarını kullanan bir basri'nin acısını bizzat hissetmekten kurtulabilir miyim? yahut ikinci devrenin sonlarında artık başa çıkamadığı isfendiyar'ın ayaklarına taban çıkarken gördüğüm basri'nin yerinde kendimi görüp utancumdan kızarmaz mıyım?
fırtına dineli bir saat olmuş ama biz o fırtınayı dışardan seyreder gibi görünüp hakikatte bizzat yaşayanlar hala tesiri altındayız.
finalin heyecanı ve...
fenerbahçe favori... fenerbahçe formda... altmış şu kadar maçtır yenilmemiş olmanın şevki var fenerbahçe'de... ve galatsaray daha dün vefa karşısında üöit vermeyen bir bocalama ile beraberlik kurtarmış... şans sarı-lacivertlilerin, ama hepsinden mühim bir mesele var: acaba iyi bir futbol oynanır mı? saha sabahtan beri yağan yağmurla yumuşamış, ağırlaşmış... hava şimdi iyi ve gittikçe çekiyor saha... final maçı bu belli olmaz... öyle diyoruz ama, fenerbahçe son haftalardaki olgun ve becerikli futbolunu tutturursa galatasaray'ın ona ayak uydurmaması garip olur. bu final iyi bir futbol finali olacak...
iyi bir final mi? al sana final maçı... ikinci devrenin ilk onbeş dakikasındaki galatasaray'ı, son onbeş dakikadaki fenerbahçe'yi unutun ortada itişen, vuruşan, her gelen topa vuran veya ısrarla ayağında tutup rakibine kaptıran yirmi iki futbolcudan başka birşey kalmayacak.
fenerbahçe müdafaası bu kadar kolay çözülmeli midir? bu müdafaayı ayakta tutmak şöyle dursun, şöyle böyle destekler görünen sadece osman mı olmalıdır? ve aynı takımın -daha geçen hafta istanbulspor karşısında- futbol ziyafeti çeken forveti nerede? galatasaray müdafaasına «muvaffak» oldu denebilir mi? neden forvette metin «sadece metin» var. galatasaraylılar attıkları -hayır metin'in attığı- gol hariç «futbol» mu oynadılar? iki büyük kaleci için «iyi» idiler demeğe kimin dili varır? şüt ne kadar sert, ne kadar «ağlar delici» vasıfta olursa olsun özcan ki aslında bir kaleci başının üzerinden geçen topa bir yumruk vurmamalı mıdır? yirminci dakikada ilerilere süzülen osman'ın attığı şütü yatarak karşılayan fakat bloke edemeyip tâ aut çizgisi üzerinde yetişen turgay'ın bu hatâsı «gol» demek değil midir? ikinci devrenin 22 inci dakikasında ortadan ileri bir top alan şeref'in soldan yaptığı atakta, üstelik ergun'un da mükemmel takibine rağmen isabetsiz bir çıkış yapan ve topu yanıbaşından kaçıran turgay, bu işin autla neticelenmesinde şansına dua etmemeli inidir?
hâsılı maç. finalin heyecanı ile oynandı ve iki «büyük» türk takımı bu heyecana mağlup olup futbolla hiç alâkası olmayan hayati bir mücadeleye giriştiler...
... ve asıl mücadele
iş maalesef futbolculuk ve taktik mücadelesi olmaktan çıkmış bir mücerret fizik mücadelesi, bir asab mücadelesi haline gelmişti. işte bunu galatasaray kazandı... hayır galatasaray sadece metin'in golü ile değil, fenerbahçeliler gibi asabi sebepler yüzünden dağılmamakla maçı kazandılar. daha ilk dakikalardan itibaren yakın markajlı, sert, atak ve girgin bir müdafaa kurmuşlardı. fenerbahçenin topla oynarken yumuşak ve yavaş olan forveti bu tok ve inatçı müdafaa karsısında duraklayıverdi. galatasaray müdafaası inatçı ve takipçi idi... can'la lefter'in adeta sahada görünmez olmaları da buna eklenince. turgay'ın yarı sahasına sarı-kırmızılılar hâkim oldular. halbuki bu müdafaa iyi bir futbol oynamadı.
buna mukabil sarı-lacivertli müdafaa daha ilk dakikalardan itibaren basri'nin ve naci'nin -yani iki büyük çapta temel direğinin- güvenilecek durumda olmadığını gösterdi. iki yan hafın mütemadiyen ilerilere kayarak insatlerin yerine girmeleri osman'ı tek başına bıraktı. lefter galatasaray forvetinde metin'den başkaları da vasat bir form gösterebilseler fenerbahçe müdafaasının ne yapacağı merak edilirdi. ama gel gör ki. o forvette de iş başaracak kıvam yoktu. yalnız metin'in söküp götürdüğü toplar «bir şeyler olacak» ümidi veriyordu.
galatasaraylılar sert geçen bir «vücut vücuda mücadeleyi» işte böyle kazandılar. fakat sarı-kırmızılıların daha fazla faul yaptıkları, daha sert ve kıyasıya dalışlarla biraz da sindirme gayesi güttükleri gizlenir bir hakikat değildi. oyun sertleştikçe galatasaraylılar daha rahat oluyorlar. fenerbahçeliler daha bozuluyorlardı. bir an geldi ki, can, basri, ve diğerleri sadece kendilerine yapılan faulleri hakeme şikâyet eder ve kendileri aleyhine verilen faulleri protesto eder hale geldiler... avni çok defa oyunu bırakıp «niye çalmıyorsun» diye hakemle -tabii konuşamadığı bir lisanla - münakaşaya başladı.
hülasa galatasaray, bir futbol finalinden ziyade bir fizik mücadele bir asab bozma yarışı olarak aldıkları bu maçı kazandılar...
işte bu kadar...
heyecan kasırga gibi... hırs ve sürate diyecek yok. ama futbol kötü mü, kötü... işte bu kadar. şimdi galatasaray pazar günü asıl finali oynarken bir gol avantajla başlayacak. fenerbahçenin tek şansı var pazar günü: maçı asab mücadelesi haline getirmemek... çünkü. iste bu mücadeleye dayanamadıklarını gösterdiler.