ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
rövanş maçı için almanya'nın köln kenti seçilmişti. uefa'nın bu "cezası"nın galatasaray için yılbaşı hediyesi yerine geçeceği sonradan anlaşılacaktı. ren nehri kıyısına kurulmuş, katedrali, karnavalı ve futbol takımı l.fc köln ile tanınmış bu kentte binlerce türk ailesi yaşıyordu ve hepsi de maça geldiler... ayrıca tüm almanya'dan ve avrupa'nın çeşitli kentlerinden türkler, ellerinde kırmızı beyaz ve sarı kırmızı bayraklarla takımlarını desteklemek ve avrupa kupası yarı finali yolunda onun yanında olmak için müngersdorf stadyumu'na doğru yollara düşmüşlerdi.
çoğu türk olan 60 bin seyirci takımlarından zafer bekliyordu. stadyum tıklım tıklım doluydu. galatasaray bu maçta, istanbul'da altı ayda kazanamayacağı miktarda gelir elde etmişti.
takımın performansı, basanları ve yarattığı sempati artık ulusal bir boyuta ulaşmıştı. köln'de bir araya gelenler, sadece galatasaray taraftarları değildi. bu olaya fenerbahçeli, beşiktaşlı, ankaralı, izmirli ve diğer kentli taraftarlar da sahip çıktı.
fenerbahçe ve beşiktaş'ın amigoları bile, takımı seyircinin yardımıyla ateşlemek, moral vermek, gerekli zamanda oyuncuları, şevke getirmek, güçlerinin tükendiği anda yeniden canlandırmak ve motive etmek için köln'e gelmişlerdi. bu bir teşekkürdü; taraftarların, memleketlerine armağan ettiği onur ve saygı için takımlarına teşekkürü...
maçın başlamasından kısa bir süre önce soyunma odalarından çıkıp stadın atletizm pistine adımımı attığım anı düşündüğümde bugün bile ürperirim. böyle bir karşılama beklemiyordum. on binlerce kişi ayağa kalkmış benim adımı haykırıyor, tezahürat yapıyor ve beni bu takımı ortaya çıkmış kişi olarak kutluyordu. alman meslekdaşlarım ise bu olayı tribünlerde, ayakta, şaşkın ve içten etkilenmiş bir şekilde izliyorlardı...
bayern münih'le avrupa kupası'nı kazanmış ve sonra yıllarca japonya'da yaşamış olan meslekdaşım ve dostum dettmar cramer, olanları herkesten daha iyi anlamıştı. elimi sıktı ve sadece şunları söyledi: "antrenör olarak bu kadar sevilmek harika bir şey değil mi?"
alp yalman'ın oturduğu banka iliştim... zamanın başbakanı turgut ozal'ın tribününün tam altına düşmüştü yerleştiğim bank. kendisi için ayrılmış yere oturduğunda, beni selamladı, ben de kendisine, takıma verdiği değerden dolayı teşekkürlerimi sundum...
göz yaşlarımı tutamadım; bütün kariyerim boyunca böyle bir karşılanma yaşamamıştım...
güveni elden bırakmadan oynama üzerine kurulmuş çeşitli taktik varyasyonları içeren bir maç oldu. mesele, izleyiciye büyük bir oyun sergilemek değildi, bunu seyirci de beklemiyordu zaten. önemli olan turu geçmek, bir beraberlik ya da 1-0'lık ucu ucuna bir galibiyetle hayal edilen yarı finale yükselebilmekti.
real madrid, ac milano ve steau bükreş gibi takımların bulunduğu bir orkestrada çalabilmek herkesi sevince boğmuştu. futbolcuların bir kez madrid'deki bernabeau stadı'nda ya da milano'da sansiro stadı'nda oynamalannı ne kadar isterdim. bir futbolcu için bunlardan daha güzel, daha büyük bir şey olamazdı...
ben yıllar önce madrid'de di stefano, santa maria, gento, didi ve puşkaş karşısında oynama mutluluğunu yaşamıştım. büyük bir olaydı.
köln'deki maç 1-1 berabere bitti. bu bizi steau bükreş karşısında yarı final oynamaya götürecek bir sonuçtu.