ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
tersliğe bakın ki bu sefer de karşımıza bayer uerdingen çıktı. eski dostum ve bir zamanlar birinci batı ligi'nde rakip takımlarda oynadığımız kalli feldkamp'ın çalıştırdığı bir alman takımıydı urdingen.
feldkanıp bilindiği gibi daha sonra galatasaray'ı da çalıştırdı.
ilk maçı, niederrhein bölgesindeki "ipek" kenti krefeld'in bir dış mahallesi olan ürdingen'de yapacaktık. eğer ürdingen'de iyi bir sonuç alırsak, rövanşta turu atlamak için iyi bir şans yakalayacağımızı düşünüyorduk. az farklı bir yenilgi ya da beraberlik durumunda, kendi seyircimiz önünde bu niye mümkün olmasındı ki?
almanya'da 2-0 yenildik ve ben ürdingen gibi akıllı bir takım karşısında deneyimimizin yeterli olmadığını fark ettim. bunu istanbul'daki ikinci maçta da görmek zorunda kalacaktım. ürdingen karşısında aldığımız 1-1'lik sonuç alman kupa galibinin tamamen hakkıydı.
bu maç anılarımda özel bir yer etmiştir. kaybetmiş olduğumuz ya da takım iyi bir oyun çıkaramamış olduğu için değil. bu öğleden sonrayı asıl berbat eden, niteliksiz yönetimiyle isviçreli hakem bay galler'di.
daha soyunma odasındaki tanıştırılma anımız bile, sportmence, mütevazı bir selamlaşmadan çok bir şovu andırıyordu. otoritesini kanıtlamak için takındığı yapmacık tavırlar bir işe yaramadı. bu, insanlara sağlam, dolaysız, inandırıcı ve güven verici bir şekilde yaklaşan isviçreli anlayışı değildi. kendini kabul ettirme hırsı, yapmacık üstünlük ve abartılı gösteriş, bu tiyatroyu izleyen herkes için itici ve katlanılmaz oldu. bu tespiti yapma hakkını kendimde görüyordum, çünkü benim eşim de isviçreliydi ve ben isviçreliler'i tanıyordum; onlardan genel hatlarıyla hoşlanırım ve bu güzel ülkede birçok dostum vardır.
bay galler'in maç sırasındaki tutumu olumlu değildi. düdüğe sarılmasına hiç gerek olmadığı yerlerde serbest atışlar veriyor ya da, rakibin istediğini yapabildiği durumlarda bizim oyuncularımızı uyarıyordu.
kendime hâkim olamadım. ikide bir saha kenarına koşup müdahale ederek oyuncularımı korumaya çalıştım. öfke ve hayal kırıklığı içinde yumruğumu sıkarak hakeme bağırmaktan kendimi alamadım. ve maçın sonunda bay galler'e tam anlamıyla mesleğe yeni başlayan biri gibi davrandığını, istifasını vermesinin daha iyi olacağını söylemekten kendimi alamadım.
onun cevabını fazla beklememiz gerekmedi. uefa devreye girdi ve daha on gün geçmeden, galatasaray-bayer ürdingen maçındaki olaylar nedeniyle, gelecek dört avrupa kupası maçında sahaya çıkmamı yasaklayan bir mektup aldım.
doğruluktan sapmamak için bu olayın tahkiki sırasında da ifademi değiştirmedim. aslında makul davranmam ve özür dilemem daha iyi olabilirdi. ben, maç sırasında orada bulunan ve bu tatsız durumu izleyen maç gözlemcisinin araya gireceğini hesaba katmıştım. ancak cezamın azaltılması söz konusu bile olmadı. ceza onaylandı ve gelecek dört maç için geçerlilik kazandı.
yedek kulübesi yerine tribünde oturmak ağır bir cezaydı. bir antrenör için oyuncularının soluğunu hissedememek çok acımasız bir durumdu. yedek kulübesindeki arkadaşlarınızla temasınız olmadan, nesnellikten uzak yorumlar yapan ve takımınızın oyununu eletiren, futbol hakkında, ancak kendinizi kaybedecek derecede sarhoş olduğunuz zaman tahammül edebileceğiniz görüşler öne süren kişilerin arasında oturmak...
ama hepsine tahammül ediyorsunuz, çünkü maç sonrasında bu insanların tekrar her zamanki günlük hayattan tanıdığınız, tümüyle normal ve sempatik kişiler haline geleceklerini biliyorsunuz.