ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
artık umut dolu bir 1986-87 sezonunun başındaydık ve takımımız için sağlam değerler, mevcut zayıflıklarımızı tamamen kapatabilecek oyuncular bulmaya çalışıyorduk. onları bulmak mümkündü; o oyun kurucuları, golcüleri, tekniği üstün oyuncuları ve mücadele adamlarını... ama elde edilecek gibi değildiler. eğer istiyorsanız, bunun için para, çok fazla para harcamanız gerekiyordu.
uğur tütüneker adlı bir oyuncuyla tanışmak ve mümkün olursa ilerisi için onu galatasaray'a almak amacıyla münih'e gidiyordum. uğur'u bana fc bayern münih'in menajeri ve 1974 dünya şampiyonası'ndaki millî oyuncumuz uli hoeness tavsiye etmişti.
uğur'la münih sheraton'da buluştuk. daha yıllar öncesinde, millî takım antrenörü olarak fc bayern münih'i ziyaret ettiğimde, radyo ve televizyonda söyleşi yapılacağında ya da millî maçlar öncesinde millîlerimizin maçlarını izlemek ve formlarını gözden geçirmek gerektiğinde kampımı hep bu otelde kurardım.
uğur tütüneker yalnız geldi. yanında ne babası, ne kardeşi, ne de her hangi bir arkadaşı vardı.
sağına soluna bakmadan hızlı adımlarla otelin koridorunu geçti. "dünyayı fethetmek isteyen ve ne istediğinin farkında olan genç bir adam," diye düşündüm. münih gibi bir dünya kentinde büyümüştü ve istanbul'da da zorluklarla karşılaşmazdı.
uli hoeness bana onun bütün üstünlüklerini anlatmıştı. bunlar, sonuçta bayern münih'in amatör takımında oynayan bu kadar genç bir sporcu için hiç de az sayılmazdı.
uğur'un değeri hakkında bir fikrim vardı ve ben de ona neler sunabileceğimi kesin olarak biliyordum. çok fazla konuşmaya gerek kalmadan bu oyuncuyu takımda görmek istediğimi anlamıştım ve daha o zamandan onun iyi ve büyük bir oyuncu olacağını biliyordum.bizim oyuncularımızla uyum sağlayacaktı, bundan emindim.
teknik olarak çok güçlü, hareketli, hızlı ve ortalamanın üzerinde dayanıklılığıyla hücumlara da katılan ve bir orta saha oyuncusunda ender rastlanan biçimde gol de arayan bir oyuncu tipiydi uğur. ona, yolunu çizmek için ilk adımlarını atan 22 yaşındaki bir oyuncuya yapılması gereken alışılmış teklifi götürdüm. ardından bir de sempatiden doğan bir artışta bulununca anlaşmıştık. her zaman yaptığım gibi uğur ve galatasaray arasındaki sözleşmeyi hemen anında orada imzaladım. bu kez sheraton oteli'nin bir mektup kâğıdı üzerine.
iyiye işaretti bu.
hemen o gün, fc bayern'in sekreteri bay karl hopfner'e, uğur un transfer bedeli olan 50.000 alman markı gibi inanılmayacak derecede az bir paranın tümünü ödedim.
geçen yılların transferlerine bakıldığında uğur'un bizim için bir armağan olduğunu görecektik. onun galatasaray için de, türk millî takımı için de, ne kadar değerli olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz.
aynı süreci münih'de bir başka oyuncuyla, o sıralar amatör lig takımı unterhaching'de oynayan bir başka oyuncuyla da yaşadık. onu da eski alman millî futbolculardan peter grosser tavsiye etmişti. delikanlının adı savaş koç'du. o da uğur gibi türk vatandaşıydı ve tıpkı onun gibi sempatikti.
savaş'la da çok çabuk anlaştık ve bir iki hafta sonra hepimiz birlikte florya daki antrenman sahasındaydık. hiç kimsenin kendisini yeni çevresinde rahat hissetmemek gibi bir sorunu yoktu.
bu arada alp yalman yine duyargalarını dört bir yanda dolaştırmıştı. alp bey, kafa vuruşları ye şutları kuvvetli santrfor kovaceviç'siz de yapabileceklerini düşünen beşiktaş'dan başlayıp fenerbahçe'ye kadar uzanmıştı. daha iki yıl önce fenerbahçe'yle birlikte şampiyon olan ilyas tüfekçi kulüp değiştirmeye eğilimliydi ve galatasaray'a geçmeye karşı değildi. onu alman ligi'nden tanıyordum. stuttgart, schalke ve berlin'de oynamıştı. ceza sahasında bütün rakipleri için hayatî tehlike sayılabilecek, hareketli, ele avuca sığmaz bir futbolcuydu.
kovaceviç ve ilyas, hücumdaki sorunumuzu çözeceklerdi. bir önceki yılın şampiyonu beşiktaş'dan yedi gol geride kaldığımızı gösteren son yılın puan cetveli, forvetimizin görevini gerektiği gibi yerine getiremediğini ortaya koyuyordu.
ayrıca antrenörlerimizin aylardan beri gözlemlediği ve profesyonel takımla çalışacak kadar iyi buldukları iki de çok yetenekli genç oyuncu vardı. her ikisi de gençlerimizin yaptığı maçlarda ve türk futbol federasyonu'nun gençler seçmelerinde kendilerini göstermişlerdi. ama artık söz konusu olan, yeni bir geleceğe doğru yollarını bulmaları ve yeteneklerini kanıtlamalarıydı.
erkan ve suat takımdaki arkadaşlarının izinden gitmek için çok çaba gösterdiler. her iki genç oyuncu da sadece aramızda olmak, birlikte antrenman yapmak, birlikte maça çıkmak ve diğerlerinin çömezi olmakla yetinmek istemiyorlardı. kendi şanslarını kendi yöntemleriyle arıyorlardı. kendilerini geliştirme, olgunlaşma, diğerlerine rakip olma ve öncelikle de kadroya girme için taleplerini öne sürebilmek istiyorlardı.
bu, o zamana kadar türkiye'de hiç karşılaşmadığım bıı anlayıştı. benim için uygundu. onlara severek yardım edip desteğimi sunacaktım. genç oyunculara yeni bir geleceğe doğru yol göstermek, onlara adım adım yol açmak antrenörlerin görevidir.