ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
1985-86 sezonu sonunda kulüp, vurucu güce sahip bir takımı yeniden oluşturmaya her zamankinden daha fazla hazırdı.
takımın önceki yıllara kıyasla çok daha iyi bir duruma geldiğini, ama hâlâ bir şampiyon adayından beklenecek üstünlük ve hâkimiyetin eksik olduğunu herkes hissediyordu.
bir yıl önce kulübe erhan, arif ve cevat'ı almıştık. bu oyuncular, normalde aynı değerde futbolcuların transferinde ödenmesi gereken miktardan daha ucuza gelmişlerdi. fakat bu da bize, elimizde kalan parayı iki çim saha ve kapalı salonun son eksiklerini tamamlama için kullanma imkânını vermişti.
parayı yine yeni oyuncular almak için kullanmak ve yine en kötü koşullar altında kötü oyunlar çıkarmak yerine, futbolcuları motive edecek ve çekim gücü sağlayacak bir antrenman sahasını takımın kullanımına sunmak daha önemliydi.
erhan yıllar önce alman birinci ligi'nde bayern münih'de ve belçika'da standard liege'de oynamıştı. son yıllarını ise kendi zevki için münih yakınlarında bir amatör lig takımında oynayarak geçirmek ve sonra deri ticaretine atılmak istiyordu. alp yalman ve mustafa denizli onu galatasaray'da oynaması için ikna etmeyi başardılar, isabetli bir girişimde bulunmuşlardı. erhan uluslararası düzeyde bir oyuncuydu. libero görevini mükemmel, güvenilir, modern ve bizim hücuma yönelik oyun anlayışımıza uygun bir şekilde yerine getiriyordu.
arif fenerbahçe'den bize gelmişti. aynı kentin rakip takımları arasında alışılmış olmayan bir transferdi. o da alp yalman'ın "çocuklar"ından biriydi ve bu transferi yardımcılarımla da konuştuktan sonra sırf onun hatırı için kabul etmiştim. arif'in galatasaray'a gelişi, bütün taraflarca kısmen haklı kısmen haksız biçimde, tebessümlerle karşılandı. arif, futbolun yaramaz çocuğu, fransızların deyişiyle "l'enfant terrible" olarak tanınıyordu. onu kavramak ve ne düşündüğünü bilmek, niye öyle değil de böyle davrandığını anlamak kolay değildi ve onun pek çok antrenörü çaresizliğe düşürdüğünü biliyordum. bunların sayısı da az değildi mutlaka. onun antrenmanda ve maçta, aynı zamanda saha dışındaki tutumu bireyci bir insanın tavrını andırıyordu. kendine özgü, hesaba kitaba sığmayan, kendisinden ve dünyadan hoşnut bir kaygısız oğlandı. ona kızamazdınız. esprileri, çekiciliği ve konuşması karşısında herkes pes ederdi. arif'in bu özellikleri sonradan takımla ortak yaşantımızda hiç kimsenin vazgeçemediği bir unsur haline gelmişti. hele bir de en iyi günün-deyse seyircileri havaya kaldırırdı. maçın kazanılması da gerektiğini hiç aklına getirmeden, yapılan tezahüratın ve eğlencenin tadını çıkarırdı.
onun antrenörü olarak, ne zaman hangi fiziksel ve ruhsal konumda olduğunu bilmek için epeyce şansa ihtiyacınız vardı ve onu bir maçta takıma alma ya da yedek kulübesinde oturtma kararını vermek her zaman kolay olmazdı. diğer pek çoğu gibi ben de ondan hoşlanıyordum. iyi bir dost, sempatik bir insan ve beni öfkelendirmekten çok, neşelendiren bir delikanlıydı.
cevat'ın alınması ise benim üzerimdeydi. cevat'ı hemen angaje etmek için beni nelerin harekete geçirdiğini başlangıçta anlatmaya çalışmıştım. sonradan bu ısrarımın mükâfatını fazlasıyla gördüm. cevat rahatça başa çıkılacak kolay bir oyuncu değildi, ama birlikte "cehennem"den geçebileceğiniz futbolculardandı.