golsüz bir maç da pekala güzel olabilirdi. güzelliği bir yana, seyre değer oyun görebilseydik bari...
hava açık, saha kuru, rüzgar meşin topa hükmetmeyecek kadar tesirsizdi ve karşılaşan takımlar da iki şehrin adını çok zaman başarı ile taşıyan ekiplerdi. amma olmadı, olamadı. istanbuldpor da, izmirspor da vasatın üstüne çıkan bir oyun gösteremedi. sahada sadece koşuşan, topa vuran ve arada da ancak "vazifesini yapabilen" elemanlar vardı. izmirsporluların maçtan önce tribünlere attıkları incirlerden başka, seyircilere tat veren hadise olmadı.
durgun, cansız, sonük oyun, rakamla hakiki ifadesi olan "0-0"la sona erdiği zaman, hafızamızı yokluyor ve müsabakadan hatırımızda neler kaldığını düşünüyorduk: oyun yavaş başlamış, gelişi güzel akınlar arasında istanbulsporun ceza sahası içinde kazandığı çift vuruşu ihsan önündeki baraja çarptırmış, 38. dakikada izmirliler doğanın yerine erdoğanı, istanbullular da güngörün yerine yükseli almışlar, devre biterken alinin kalesnin hemen yanından dışarı giden sıkı şutu "ah"larla karşılanmış, maçın ikinci yarısı başlarken bu defa aykutun nefis vuruşu ile top üst direği yalamış, sonra tam üç dakika kale önünden ayrılmayan sarı-siyahlılar frikik ve kornerlerle dolu bu baskıdan faydalanamamış, cenabın mükemmel ortasını aykut kale önünde havaya dikmiş, sahanın en iyisi görünen solaçık özcanın ortası ve cenabın kafasıyla kaleye gelen topu sabih kurtarmış, seyfi bir kaç müdahale ile kalesini golden korumuş, bu arada ihsana elle dokunması hakemin gözünden kaçmış ve nihayet... başka bir şey yoktu. bu saydıklarımız da 90 dakikalık bir futbol maçının pek tabii hareketleri dışına çıkmamıştı.
hakem triosu bile, topun hasımdan gelişini hesaplamadan ofsayt verme gafı dışında, hata veya sevap gösterecek imkan bulamamıştı. hasılı dünkü istanbulspor - izmirspor karşılaması, sadece fikstür icabı oynanan bir "vazife maçı" olmaktan ileri geçemedi. vazifeten futbol da bu kadar oynanırdı. amma seyircilerin bu zevksiz çekişmeyi görmeleri de vazife değildi ya... düpedüz angarya idi bu...