herşeyden önce çok düşündüğümü söylemeliyim. yiğitlik gösterisi yapıcak yaşı çoktan geçtiğim için aslında mutlaka cim atletini içime giymeli, üstüme lahana gibi katkat hırka kazak kuşanmalı, kar başlığı, gocuk mümkünse çoban kepeneği takmalıyım. bel altı giyinişler için çizgili pijama ya da yün eşortman üzerine kalın bir pantolon düşünmeliyim. neyse ki hem türkiye'den hem avrupa'nın ve almanya'nın çeşitli yerlerinden gelen taraftarlarla bölgenin "yerli gurbetçileri" birleşince ortaya yanardağ lavları sıcaklığında muhabbetler çıktı da ısındım. aslında buraya ortam sakinken gelmek lazım. spor servisinden zürap'ın organize ettiği ve "hiç merak etme, otelle stadın arası olsun olsun da 5-6 km olsun" dediği uzaklık meğerse 65 kilometreymiş. ben şimdi taksi şoförüne bayıldığım 150 euronun hesabını muhasebeye nasıl vereyim. lakin bu 65 km boyunca gördüm ve onun için ortalık sakinken gelmeli diyorum. çünkü her yer göz alabildiğine yeşil, her bir yanda nehirler, ırmaklar, çaylar, göletler var. insanlar son derece munis hatta kımıl zararlısı gibi. tabii ikinci dünya savaş'ından bu yana yani müttefik bombalarından beri en büyük gürültüyü çıkaran "çarşı grubunun" aslanları burayı davul, zurna, slogan ve haykırış çümbüşüne döndürdü. aslında ben kafayı stadyuma taktım. yani birisi söyleyip bak şu gördüğün stadyumdur demese dışardan bakınca kültür sanat merkezlerini ya da dev fuar alanlarını andırıyor. üstü tamamen kapanabiliyor ya da acuk açık kalabiliyor. üşümek filan yok burada. hem onbinlerce kişinin nefesi hem de tavanlara konan elektrik sobaları ısıtıyor ortamı.
içeri giriyorum atv canlı yayınına bağlanmak için haberlerin başladığı saatte, yani 19.00'da stat yakınında oldum. iha kanalıyla ali kırca'yla bağlantı sağlayıp bir cümle kurabildim ki ardından çevremi saran taraftarlar bir anda ablukaya alıp görüntüden yok etti beni. böylelikle sevgili ali benim yerime mebzul miktarda vatandaşımızla karşı karşıya kalıverdi. ondan sonra stata girebilmek için tam 2.5 saat ayazın altında biletimizi getirecek olan fatih'i bekledik. dolayısıyla baş, diş, belfıtığı, lumbago ne hastalık varsa hepsi peydahlandı bende. tam soğuktan bayat ekmek kıvamına geliyordum ki fatih yetişti ve içeri girdik. tabii bu arada en az 600 kişiyle öpüşüp koklaşmamı ve yüzlercesiyle de fotoğraf çektirdiğimi eklemeliyim. sahaya girdiğimde bir sinek sendromu yaşadık. 50 binden fazla taraftarın doldurduğu stadyumda akustik ve ışıklandırma, heybeti o kadar çoğaltmıştı ki insan kendini gerçekten bir sinek sanıyordu. maç başlar başlamaz ben küçük kameramı devreye soktum çünkü oyun devam ederken temizlik elemanları sahaya giriyor, atılan kağıtları topluyordu. yani açıkçası sahada fazlalıklar dolaşıyordu. bunu tespit etmek istedim ama onlar değil ben yakalandım. kamerama maç bitimine kadar el koydular. olsun. yeni moda fotoğraf makinaları neyse ki 20 dakika kesintisiz film kaydı yapıyor! beşiktaş'ın biraz korkak oynaması can sıkıcı olsa da "burası inönü burdan çıkış yok" sloganları biraz olsun rahatlatıyor insanın içini. bu kalabalığın, tezahüratın, soğuğun içinde daha fazla cebelleşmeden bu yazıyı kessem gerisini yarın anlatsam diyorum. haydi şimdilik auf wiedersehen...