ümit aktanın anılarından.baştarafı sevilla-fenerbahçe maçı ile ilgili,sonrası ise bu maçla;
sevilla maçı için sevilla’dayız… fenerbahçe kafilesiyle yöneticileriyle, gazetecileriyle bir ekip oluşturduk. taraftarla birlikte bizde sahada dolaşıyoruz ve o kristof kolomb’un hiçbir yerde isminin olmadığı anıt mezarının içerisinde, bir kare resim almanın bile yasak olduğu yerin içerisinde kolomb’un mezarına bağlanmış olan çaputlar eşliğinde güç oluşturmaya çalışıyoruz… yani kolomb aslında bizim terminolojimize göre “kolomb baba” olmuş medet oralardan umuluyor…
olmuş öylesine bir gerilim içerisinde öylesine hoş bir seda içerisinde maça gelmişiz. maçın başlamasına yarım saat kala akreditasyonumuz olduğu için biz basın tribününde laptoplarımızı açmış son yazılarımızı son rötuşlarımızı yapıyoruz, son bilgileri aktarıyoruz ve o anda bizimle birlikte gelen fenerbahçe forması giydiği içinde o serinleyen akşamüstü soğuğunda fenerbahçe formasında değiştirme şansı da olmamış ve elindeki biletle ancak sevilla tribününe girmiş olan nihat sırdar’dan bir not geliyor mesaj olarak telefonuma düşüyor.
aynen şunu diyor nihat sırdar, yanındaki sivrisinekle birlikte “ümit ağabey şu anda sevilla çarşının ortasındayım! fenerbahçe formasını çıkarırsam çıplak kalacağım! soğuktan donuyorum. maçtan sonra canım size emanet. helalleşelim!” şimdi ne yaparsınız sevilla tribünün ortasında bir fenerbahçeli…
goller oldukça aklıma geliyor, fenerbahçe diye bağırıyorsa bu çocuk ne oldu? sapasağlam geldi maçın sonrasında büyük bir coşkuyla…
‘hiçbir şey yapmadılar hatta sonunda beni tebrik ettiler’ dedi. hatta böylesi de var.
ama 1976 -1977 sezonunda gittiğimiz zaman isviçre’de basel kentinde türk milli takımının isviçre’yle oynayacağı bir maçı anlatıyorum. 20 bin kişilik bir stat ve stadın 14 bini türk…
avrupa’nın çeşitli yerlerinden akmış türkler o zaman avrupa’da, almanya’da bir işçi olan amigo birol’un yönlendirmesiyle stadı doldurmuş. 3000- 3500 kadar da isviçreli var. sesleri bile çıkmıyor.
o türkler ortalığı yıkarken sahaya çıkan milli takım, fatih terim’in kaptanlığında ve o kadronun içersinde o gün ilk defa milli olan bir engin verel’le, o kadronun kaşar isimlerinden biri olan alparslan eratlı, gökmen özdenak'lı bir kadroyla coşkun özarı’nın yönetimiyle sahaya çıkıyor.
karşımızda da daha sonra o sezon ajax’a transfer olan botteron adlı atkuyruklu bir oyuncu var. atkuyruk saçlı bir oyuncuyu bile ilk defa görüyoruz ve elimizden geldiği kadar iyi oynamaya çalıştığımız oyunda, benim önümdeki isviçreli spiker ve isviçreli organizatörlerin bizi itip kakması, hor görmesi, bize afganistan’dan gelmişiz gibi muamele etmelerinin onur kırıcı durumunun içerisinde iyice gerilmişiz…
ve 35. dakikada isviçre bir de gol atmaz mı? botteron bize golü yazdığı anda önümdeki isviçreli spiker arkaya döndü… bana hepimizce malum olan dirsekten 90 derece kırılmış bir kolu diğeriyle dirseğin iç tarafından avuçlayarak yapılan avrupalıların çok rağbet ettiği ve bu hareketi yaparken de 90 derece açıyla kıvrılan kolunun ucunda bulunan elinin ucunda bulunan parmaklardan bir tanesi, yani orta parmağını açık vaziyetteydi. sanıyorum hareketi tahayyül edebildiniz…
aradan 7-8 dakika geçti. birden bire ileriye uzun bir top attık yüklenmiştik rakip kaleye. orta sahamız da çıkmıştı. gökmen’in önüne doğru gelen topa gökmen sıçradı… rakibinden önce kafayla sağ tarafa doğru indirdi… bir anda topu önünde bulan alparslan eratlı sol ayağını mükemmel kullanan bir sol bek olmasına rağmen topa ceza alanı dışından öyle bir çaktı ki… kaleci bile göremedi topu.
tam 90’dan örümceği alan, kalenin pek kullanılmaya bir noktasının tozunu temizleyen o top skoru 1-1 yapmıştı. 1-1 yaptığında ben bir arka sırasında bulunduğum isviçreli spikerin üzerine doğru elimdeki mikrofonu kapmış olarak gool! hem diye bağırıyorum hem de isviçreli spikerin kafasına vuruyorum. ilk darbeyi kafasına aldı. kafasında bir açılma yaşandı. ikinci-üçüncü darbede sakındı. ben hala uzanıp vurmaya çalışırken bir taraftan da ‘goool!’ diye uzun uzun bağırmaya çalışıyorum…
kolay değil, biz yurt dışında milli takımımız’ın ya da bir kulüp takımımızın atacağı bir golü bile anlatmak için 3-5 yıl bekliyorduk. kazara öyle bir gol bana düşer de, anlatırım da bağırırız diye… eh isviçreli spiker de bizi tahrik ettiğine göre ben de karşılığı vermeliydim. o anda ben bir militandım… o anda ben türklüğü’nün damarlarında akan kanlarıyla o maçı anlatmaya çalışan 25 yaşında bir türk genciydim.
daha sonra benim belimden tuttular çektiler ama bu arada kulaklığımda çok ilginç bir yorum var. “ümit mikrofona bir şey oldu galiba ses gidiyor-geliyor” evet ses gidip geliyordu. ses her gittiğinde ben isviçreli'nin kafasına vuruyordum ses her geldiğinde golle mikrofonun içini dolduruyordum.
bakın şimdi nereden nereye... biri sevilla maçında rakibin arasında, rakip takımın formasıyla maç seyredebilen ve maçta 2-0 geriye düştükten sonra birden bire böyle hani 'ortaya karışık bir levitre almış' gibi, bunu yutmuş gibi, birdenbire dirilen, performansının en üst noktasına çıkan fenerbahçe’nin olağanüstü başarısıyla ve attığı gollerle yerinde zıplayan bir insanın ispanyollardan anlayış görebilmesi. ama ondan 32 yıl önce attığı bir golle türklere karşı bütün kinini kusan bir isviçreli spiker.
çok şükür bugün, çok şükür diyorum ki, o isviçreli spikerin kafasına, sonradan 2 dikiş attıkları bir delik açmıştım...