raphael honigstein'ın "dördüncü yıldız: alman futbolunun kendini yeniden keşfi ve dünyayı fethi" adlı kitabından
(...)
bütün bunlar yetmezmiş gibi kaleci harald “toni” schumacher fransa’yla oynanan, yarı final maçında patrick battiston’ı amiyane tabirle “biçmiş”, battiston iki dişinden olmuş ve omurgası zedelenmişti. hakemin cezalandırmaya gerek bile görmediği schumacher, battistorfa ilk müdahale yapılırken sahadaki umursamaz ve hatta mutlu tavırlarıyla tepki toplamıştı. bununla da yetinmeyen schumacher almanya’nın penaltı atışlarıyla kazandığı maçtan sonra eğer isterse battiston’m dişçi masraflarını karşılayabileceğini söylemişti.
battiston olayı almanya ve fransa arasında bir siyasi krizin de doğmasına sebebiyet vermişti, fransa’da yapılan bir ankette schumacher “en nefret edilen alman” unvanını hitler’in elinden almış ve şansölye helmut kohl ve cumhur başkanı françois mitterand iki ülke arasında 1984 nisanında strasbourg’da oynanacak dostluk maçı öncesinde tüm taraftarları sükûnete davet eden ortak bir bildiri yayınlamışlardı.
1982’deki milli takımın bu küstah tavırları aslında savaş sonrası alman futbolu için bir dönüm noktası oluşturuyorlardı. federal almanya yıllardan beri liberal ve ilerlemeci bir ülke imajı inşa etmeye çalışıyordu. bu aslında savaş sonrası başlamış olan nazilerden arınma politikasının bir parçasıydı. bu politikanın futbola, yansıması ise sahada zafer de kazanılsa (1954 ve 1974 dünya kupaları), yenilgiye de uğransa, (1966 dünya kupası) takımın belli başlı ahlak kuralarının dışına asla çıkmamasıydı. işpanya’daki dünya kupası ise eski, “çirkin” almanya’nın geri dönüşüne şahne olmuştu; kendi çıkarları uğruna tahayyül edilemeyecek kötülük ve ahlaksızlıklara imza atabilecek bir jenerasyonun geri dönüşüydü bu. federal almanya'nın önde gelen halkla ilişkiler uzmanlarından dietrich schulze van loon, batı alman oyuncuların kupadaki davranış ve demeçlerinin “almanya’nın ikinci dünya savaşı’ndan" sonra yaşadığı en büyük halkla ilişkiler faciasına” sebebiyet verdiğini söylüyordu.
yapmacık bir sosyalistten vahşi bir kapitaliste dönüşümünü tamamlamış olan paul breitner (alman oyuncu turnuva öncesinde meşhur sakallarını bir reklam kampanyası için 150,000 alman markı karşılığında kesmişti) önderliğindeki takımın o kadar kötü bir imajı vardı ki, sonraki yıllarda onların giydiği siyah-beyaz formayı giyen milli takımlara futbol kamuoyunda müthiş bir antipati duyulacaktı.
ispanya 82’de ortaya çıkan klişeleri yıkmak hiç de kolay olmadı. alman milli takımları uzun yıllar boyunca disiplinsiz, kendi aralarında kavga etmeden duramayan, acımasız askerlere benzetildiler. cesar luiş menotti’nin futbolu sağ (negatif tutucu ve otoriter) ve sol (pozitif, yaratıcı ve demokratik) olarak ikiye ayırdığı ve futbolun karmaşıklığını görmezden gelen teorisine birebir uyan tek ampirik örnekti ’82 milli takımı.
bu takım, aynı yıl şansölye olan tutucu hıristiyan demokrat helmut kohl’un siyasi fikirlerinin futbol sahasında vücuda gelmiş biçimiydi adeta.
klinsmann ve löw kendilerinden önceki teknik direktörlerin ne kadar günahkâr olduklarının farkındaydılar. zaten bu ikilinin 2004’ten sonra milli takımın imajını değiştirme çabaları da bu farkındalığın bir sonucuydu. amaç tertemiz bir imajla yeniden doğacak alman milli takımına taraftar ve kamuoyu desteği sağlamaktı ve doğrusunu söylemek gerekirse klinsmann ve löw bu amaç uğruna bazen fazla ileri de gidebiliyorlardı.