şimdi anlatacağım kulübenin hikayesi 1976 yılında trabzon’da yaşandı. ortalığı kasıp kavuran trabzonspor o zaman ki adıyla şampiyon kulüpler kupası’nda 2.tura geçmiş. ilk turda da ben tarihe geçmişim. izlanda’nın akranes takımıyla eşleşen trabzonspor avrupa kupasının en doğudaki şampiyonu; akranes ise, atlantik okyanusu’nun ortalarında bir ada olan izlanda’nın şampiyonu yani avrupa kupaları’nın en batıdaki takımı…
avrupa kupaları’nın o ana kadar ki tarihinde ilk kez bir izlanda takımı bir türk takımıyla eşleşince ve üstelik eşleştiği türk takımı da türkiye’nin en doğusundaki takım, yani trabzonspor olunca guiness rekorlar kitabı’na bu naklen yayın altında da benim ismim yazılı olarak yer almıştır efendim... 2.turdayız… rakibimiz liverpool… avrupa’yı kasıp kavuran bu ekibin kevin keagen, graham souness, steve harvey, terry mcdermott, ray kleemann, clone hughes… böyle donatılmış bir kadrosu var.
ingiltere ligi’nin çifte kupalı şampiyonu, kimse yenemiyor onları... bu takım trabzon’a indiğinden itibaren bu kadar çok yabancı gazeteci ve televizyoncuyu ilk defa bir arada gören yöre halkına ek olarak dünyaca ünlü isimleri televizyonlarda seyrettikleri isimleri ilk defa gören trabzonlu futbol tutkunları ile hayatında ilk defa turist gören yabancı gören bazı karadenizli kardeşler özgür otel’in önünde birikmişler…
salı gecesini otelin önünde sabaha kadar davul çalmak üzere çok önceden organize etmişlerdi zaten. çünkü biri onlara demiş ki: ha bu inciluzlar uykuya tüşkündür, onları uyitmatsak maçı alduk daa!..
pazartesi trabzon trt bölge müdürlüğü haber merkezine çağrıldım ve görev tebliğ edildi. maçı bbc televizyonu ancak özet olarak bbc radyosu naklen veriyor. trabzon’dan ilk defa bir yabancı ülkeye naklen maç yayını yapılacak spikerlerin karşılamak üzere yazılı emir aldık ptt kramportör hizmetlerini ayarladı.
“stat içi organizasyon ellerinden öper ümit” kabilinden görev üstüme yıkıld. tahmin ederseniz ki ben görevi tevvellü ettikten sonra bir tek sorumlu bulamadım etrafımda.
‘ya hu ben garip bir adem’im, sıradan bir devlet memuruyum. yetkim yok, etkim sınırlı… yaktınız şimdi beni’ şeklinde içimden; “emredersiniz efendim” şeklinde dışımdan söylenerek kendimi daralttım.
şehir kulübünde birini bulduk, adı cevat… kendisi marangoz… bana dediler ki ‘kusursuz cevat’… işte bende dedim ki: doğru adamı bulduk, adam hiç kusur işlemiyor demek ki, istediğimizi yapacak!.. sol bek takoz cemil, keagan’ı ilerde karşılamazsa yanmıştan; orta sahanın dibindeki bekçi bekir, souness’ı gizlice tekmelerse mutlaka oyundan attırılmışa, kadir ve necati kornerde nerede durmalıymıştan; necmi ve ali kemal frikik atışında ‘küs’ gibi yapmalıymışa kadar çeşitli taktik varyasyonlar meze yapılıyordu şehir kulübünde…
ve orada gidip bölge yardımcısının masasına seğirttiğimde bana kusursuz cevat’ı getirdiler. kusursuz cevat yaptıklarıyla ve yapabildikleriyle, her işi tam yapardı diye düşündüm.
‘arkadaşım kusursuzluğun neredendir?’ diye sordum: yaptığı her şeyi kusursuz yapar daa hiç kusur çıkarmaz bu uşağum ama temiz iş yapar ha… hayda!.. ‘kusursuz ama temiz yapan bir uşak, iş kusursuz olsa zaten temiz sayılır diye düşünmedim’ değil. o arada sonrada yerel eşrafın istanbul türkçesi konuşan bir ferdi bana tuvalette açıkladı meseleyi:
ümit bey o arkadaş marangozdur, marangoz cevat deriz ona… lakabı da ‘küsursuz’dur. aldığı ölçü de ücrette hep tam sayı iledir onun için ‘küsursuz’ derler ona. 2 metre 10 santimlik dolap yapmaz mesela o anca 2 metre ya da 1,5 metre yapar 10 milyon alır, 11 milyon 500 bin ver almaz …
adam küsursuz cevat’mış… ama oranın diyalektiyle olmuş kusursuz cevat… bende gönül rahatlıyla ona verdim görevi çıktım. ertesi gün o gecenin kampında necati, cemil, kadir, ahmet, suat özyazıcı hoca ile birlikte turgay’ı da aralarına almışken 66 oynuyorlar takım… saat 1’de 66’yla otelin lobisinde…
horon otel’in önünde hala dolaşıyor, uyuyamıyorlar… gerginler… biraz sonra necmi perekli belini tuta tuta indi aşağı: hocam! bu yataklar çok yumuşak da belim ariyi ben eve gideorum.
ahmet hoca masadan başını kaldırmadan: git oğlum. maç yemeği kuyu restoranda unutmayasun da!..
liverpool’la avrupa eleme maçı oynanacak ertesi gün yahu!.. bu trabzonspor’un birlik dışı yapısı beni oldum olası şaşırtmıştı ama daha ne kadar şaşırtacak diye kendi kendime sual ederken bende gittim yattım.
kara haber erken geldi. bölge müdürü beni aradı: ümit bey stat için talep ettiğiniz kulübeyi yapacak arkadaş kusursuz cevat vazgeçtiğini bildirdi az önce.
efendim kulübenin bir ingiliz tarafından kullanılacağını öğrenince vazgeçmiş. düşmana kulübe yapmazmış… yıkıldım ben bu gerekçeyi ankara’ya nasıl açıklarım diye düşünürken devam etti bölge müdürü: korkmayın ümit bey yarın stada kulübe konacak portatif bir nakil yoluyla halledecek arkadaşlar. siz yalnız stada biraz erken gelin de bir kontrol ediverin eksik var mı yok mu diye…
ertesi günü zor ettim maç saatinden 4 buçuk saat önce stada girdim ve hayatım boyunca unutamayacağım şeyi gördüm.
ingiliz’in maç anlatacağı kulübe mükemmel bir açıda ve olağanüstü temizlikte pırıl pırıl parlıyordu. ancak küçük bir sorunumuz vardı. o kulübenin içinde maç anlatmak mümkün değildi. çünkü maç anlatmak için istenen kulübe şehirde kulübe kelimesinin kullanıldığı tek nesneydi. getirilip oraya konmuştu.
bu kapısı raylı ve katlanır bir kapıya sahip olan kırmızı ankesörü sökülmüş bir kulübeydi.