36. deplasmanım ve gördüğüm 37. stad: necmi kadıoğlu (454 km)
necmi kadıoğlu stadyumu’nun ankara 19 mayıs stadyumu’na uzaklığı: 454 km.
maçtan üç hafta önce ömer abim, “istanbul’a gidelim, böylece hem alperen’i görür, hem de istanbulspor maçını izler; kısaca bir taşla iki kuş vururuz!” diyerek, “vermişti coşkuyu!”
ilk telefon hakkımla, bir süredir istanbul’a gitme hayali kurduğumuz cansın’a ulaşmış, olumlu cevap alınca, ikinci ve son telefon hakkımı da yaban ellerde yaşayan kuzen fahriye’ye “şu söz verdiğin somonu yapma zamanı geldi!” demek için kullanmıştım.
maça 9 gün kala ömer abimin gelemeyeceği bilgisi kulaklarımıza ulaşsa da ok çıkmıştı bir kere yaydan. geri dönüş söz konusu olmazdı!
biriken miller ve kredi kartı puanlarıyla olabilecek en uygun uçak biletlerini alıp uçak gününü beklemeye başladık.
(...)
24 kasım 2018, cumartesi
sabah 10.30’da istanbul tayfa’nın organizasyonuyla beyoğlu’ndaki 5. kat’daydık.
adı gibi binanın 5. katında yer alan mekanın oldukça güzel bir manzarası vardı.
kubilay abinin anlattığına göre onur abi, “malilere güzel bir kahvaltılık mekan ayarlamamız lazım” demiş, akabinde de bu mekan bulunmuştu.
kubilay abi, “maden böyle güzel bir yer vardı neden bize daha önce söylemediniz” diye sitem ediyordu istanbul tayfa’ya.
bir yandan gençlerbirliği’nden, takımdan, istanbul’dan, ankara’dan, oradan buradan konuşa konuşa kahvaltımızı ettik.
ümraniye maçında olduğu gibi “skor tahmin videoları” çektim, birkaç fotoğraf çekindik.
ardından arabalara atlayıp takımın kaldığı hotele doğru yol almaya başladık.
beyoğlu’ndan kıvrıla kıvrıla takımın bulunduğu güneşli’deki wyndham grand’a doğru yol alırken bir yandan da fahriyeyle birlikte istanbul’a ilk kez gelen cansın’a rehberlik ederek etrafı tanıtıyorduk.
otelin önünde duran takım otobüsü doğru yerde olduğumuzun kanıtıydı.
büyüklerimiz lobide oturan teknik direktörümüz erkan sözeri’ye selam verdi ve kısa ama koyu bir futbol sohbetine yelken açtılar. özellikle kaybedilen balıkesirspor maçıyla ilgili sorular dillendirildi. hoca da hepsine içten cevaplar verdi. muhabbetin ardından başarılar dilendi ve bir hatıra fotoğrafı çekilerek arabalara binip stadyumdan önceki son durağımıza doğru ilerledik.
akbatı’da oturduğumuz bir mekanda maç öncesi son muhabbetleri yaptık ve ardından necmi kadıoğlu stadyumuna doğru yollandık.
mehmet soylu’nun önderliğinde arabaları vıp girişine yakın bir yere park edip deplasman tribününe doğru yürümeye başladık.
kale arkaları olmayan 4491 kişilik stadyumda maratonun bir köşesinde yer alan deplasman tribününe ulaştığımızda hava iyice soğumaya başlamıştı.
takım ısınırken biz de bir yandan laklak edip bir yandan da maçın başlamasını bekliyorduk ki tribünlerimize alperen teşrif etti. şaşırmıştım çünkü dün akşam yaptığımız telefon görüşmesinde, bir yandan bilgi üniversitesinde sinema televizyon okuyan alpi, bir yandan da otelde çalışıyordu ve bugün mesaisi olduğu için maça geç gelecekti. istanbul’a gelirken bavullarının kaybolduğunu söyleyen singapurlu otel müşterisine karakolda eşlik etme görevi aldığı için işini erkenden bitirip maça yetişmeyi başarmıştı.
sezonun ilk 11 maçında 10 galibiyet ve 1 beraberlik alarak taraflı tarafsız herkesin kesin şampiyonluk favorisi olan alkaralar, ligin 12. haftasında balıkesirspor’a deplasmanda 3-1 yenilerek namağlup unvanını yitirmişti. hotelde erkan hoca bu mağlubiyete gönderme yapıp, “ders oldu, bugün tekrar yükselişe geçmeliyiz” demişti.
maç kadrosuna baktığımızda balıkesirspor karşılaşmasına göre sadece, döndükten sonra ateş abiden hasta olduğunu ama oynamak istediğini söylediği için ilk 18’e dahil edilen, mert nobre’nin yerine bekir’i sahaya sürmüştü erkan sözeri.
karşılaşmanın ilk dakikalarında istanbulspor, bu sezon karşılaştığımız tüm takımlar gibi kendi sahasında gençlerbirliği’ni beklediği için beyaz formalılar daha etkili görünüyorlardı. fakat sahada gerçek forvet oyuncusu olmaması, tek oyun kurucu olan sessegnon’u ligdeki tüm takımlar öğrendiği için çoklu kapatarak ya da sert yaparak etkisizleştirdiği için ve bir de buna kanat beklerinin dengesiz performansları eklenince takım bal yapmayan arı gibiydi.
bu yüzden de istanbulspor yapabileceği en akıllı mücadeleyi ortaya koyuyor ve rakibini geride karşılayıp bulduğu toplarla hızlı çıkarak kontra deniyordu.
ilk yarıda 2 tane net pozisyon vardı onların ikisi de siyah formalıların kontra ataklarıydı. birinde hakan nefis bir kurtarışla golü engelledi, ikincisinde ise top yerden direğin iç yüzüne çarpıp filelere gitti ve hemen ardından çalan bitiş düdüğüyle siyahlar mutlu, beyazlar ise mutsuz bir şekilde soyunma odasının yolunu tuttular.
ikinci yarı başlarken erkan hoca nobre ve nadir’i ahmet oğuz ve bekir’in yerine sahaya sürerek kaybedecek bir şey olmadığını fark ettiğini göstermişti.
skor avantajını da ele geçiren istanbullular ilk yarıdaki taktiklerini daha motive bir şekilde sahaya yansıtarak gençlerlileri sahalarında bekliyorlardı.
özellikle nobre’nin yırtıcılığı takıma artı değer katsa da, son vuruşlardaki beceriksizlikler nedeniyle bir türlü beraberlik golü gelmiyor, gelmedikçe de rakip daha fazla boş alan bularak daha fazla tehlike yaratıyordu.
79’da gelişen bir kontraya kaleci hakan engel koyacakken alper ve luccas’ın havadan gelen topa aynı anda müdahale etme çabası nedeniyle fark ikiye çıktı ve alkaralar havlu attılar.
maçın bitiş düdüğünün ardından gençler tribünleri oyuncuları çağırdı. boyunları eğik tribüne gelen futbolcular teşekkür edip soyunma odasına yöneldiler.
karşılaşmanın belki de tek güzel yanı karşı tribünde yer alan bandonun ara ara, bizim tribünün yaptığı tezahüratlara uygun besteler çalmasıydı. gerçi maç 0-0 giderken bizim tribünün erik dalı istemesine cevapsız kalıp, 2-0 öne geçtikten sonra ankara havaları çalmaları durumu da var ama sonuçta onlar rakip, öyle değil mi. ????
kapıların açılmasını beklerken yüzü düşmüş akşit abinin yanına gidip, “sağlık olsun be abi!” dedim. “malicim insanın tüm enerjisini emdiler valla yazık oldu” diye önce sitem etti ardından da, “ya hadi ankara’dan gelenler neyse atlayıp evlerine dönecekler. ya anadolu tarafında oturan, bizler, nasıl döneceğiz, bitmez şimdi yol” diyerek esenyurt’un uzaklığına laf attı. gülüştük.
yaklaşık 20 dakikalık bekleyişin ardından arabalara atladık ve kubilay abi ve oğluyla yol boyunca “nolcak bu gençlerin hali?” muhabbeti yaparak istanbul trafiğinde yavaş yavaş süzülerek fahriye’nin mekanı olan beşiktaş’taki hayat memat’a ulaştık.
tribünde donduğumuz için hem sıcak, hem de yemek oldukça iyi gelmiş, çenelerimizin buzu çözülmüştü. uzun soluklu muhabbetlerimizin ardından alpi’yi 00’da evine uğurladıktan sonra muhabbete devam ettik ve yatağa uzandığımızda saatlerimiz 4’ü gösteriyordu.
(...)
her geldiğimde bir öncekine göre daha fazla kalabalıklaştığını hissettiğim istanbul’a, yağmurlu, soğuk ve gri havaya, kötü futbol ve sonuca rağmen hem kuzen fahriye, hem de istanbul tayfa’yla zaman geçirmek ve elbette cansınla “ilk şehrimizi” işaretlediğimiz için her daim anılarımızda özel olacak bir gezi/deplasmanı arkamızda bırakmış olduk.