- pau gibi futboldan çok rugby ve basketbol takımlarıyla meşhur bir şehirde doğmuşsun. fransa'nın meşhur altyapılarından birinden yetişmedin yani?
hayır, neredeyse kendi kendime futbolcu oldum. 16-17 yaşındayken amatör olarak 3. ligde oynuyordum. pau'da futbolumu beğenen bir yönetici, beni psgye tavsiye etti ve onlar da beni hemen kadrolarına kattılar. daha 18,5 yaşında, çok büyük oyuncularla dolu, harika bir takıma dâhil olmuş oldum. rai, simone, paul le guen... etkileyici bir takımdı...
- paul le guen'le önce beraber oynadın, sonra antrenörün mü oldu?
evet, ben paris'e gittiğimde kariyerinin son dönemindeydi. futbolu bıraktıktan sonra hiç ara vermeden rennes'e antrenör oldu. o sıralarda ben de her maçta kadroya giremiyordum. beni aradı, "rennes'e gelirsen seni oynatırım" dedi, ben de aynen öyle yaptım.
- bir bağ var mı aranızda deschamps'la?
o benim örnek aldığım kişi. bir grubu idare etmek, maça hazırlamak, büyük bir maç öncesi futbolcuyu konsantre etmek, futbola bakış açısı konusunda her şeyi çözmüş birisi. genç futbolculardan büyük bir takım yaratmayı başardı. o geldiğinde takımın en önemli isimlen ya gitmişti, ya gidiyordu. kalanlara da sizi yedeğe alıp, gençleri lanse edeceğim dedi. patrice evra, jerome rothen, giuly, sebastien squillaci... bunların hepsi o dönemde 23, 24 yaşlannda, tecrübesi olmayan, düzenli olarak bir yerde oynamamış, tanınmayan ama yetenekli oyunculardı. bize ne yaptı bilmiyorum, bu da onun gizli sırrıydı herhalde... ama başarıya ulaştı.
- bir şey söylemiş olmalı... ne dedi?
sadece bir şey söyledi, "asla bir diktatör olmayacağım, size sadece rehberlik edeceğim, gerisi size kalmış" dedi. karşınızda sonuç olarak fransa milli takımı'nın kaptanı, juventus'ta oynamış, dünya kupası dahil kazanılacak her şeyi kazanmış birisi duruyor. mesela ben onunla aynı mevkide oynuyordum, bana "sana asla nasıl oynaman gerektiğini söylemeyeceğim. sadece yeteneklerinin ne olduğunu, neler yapabileceğini, neler yapamayacağını söyleyeceğim" dedi. bunu söyleyen didier deschamps. fransa'da o mevkiinin en iyisi. bunu yapabilmek çok büyük, çok zor bir şey... inanılmaz.
- şampiyonlar ligi finali nasıldı?
toplu halde rüya gören bir grup genç gibiydik. turnuvanın başlangıcında birkaç sürpriz yapan küçük bir takımdık. ama ilerledikçe real madrid, chelsea gibi takımları eledikçe, arkamızda bir destek oluştu. maçlarımıza japon gazeteciler felan gelmeye başladı. herkes bu kadar az yıldızı olan genç bir takımın yaptıklarına şaşırmış durumdaydı. şampiyonlar ligi finalinden bahsediyoruz... az şey değil...
- real madrid maçında zidane'ı sen tutmuştun, o nasıl bir histi?
çok karmaşık... maçtan önce didier bize, "karşınızda figo, beckham, ronaldo, zidane olacak... onlara saygı duymayın, müdahale etmekten vurmaktan kaçınmayın" dedi. tamam da zidane'a nasıl vuracaksın ki? maçta bile tek yapmak istediğin onu seyretmek! beş dakika boyunca ağzım açık zidane'a baktım. bir noktada kendi kendine, "dur ya, ben de oynuyorum" falan diyorsun. bu örnekten zidane'ın fransızlar için ne temsil ettiğini anlayabilirsin...
- sadece fransa için değil bizim için de öyle...
böyle bir aura, böyle bir karizma... ona bakmaktan maçı unutuyorsun... sadece o olsa iyi, real'in tam galacticos zamanı zidane topu beckham'a veriyor, o figo'ya aüyor, o ronaldo'ya yolluyor gibi bir durum var. "ben kimim ki?" oluyorsun...
- ama sonuçta da maçı kazanıyorsun...
onları elemek çok büyük bir şeydi. ve o büyük oyuncuların bir kısmı maçtan sonra soyunma odamıza gelip bizi tebrik ettiler, "yolunuz açık olsun, bunun tadını çıkarın" dediler. bunu yapmaya hiç mecburiyetleri yoktu, bir an önce gidebilirlerdi, sinir yapabilirlerdi... işte o zaman onların sadece büyük futbolcular değil, büyük insanlar olduğunu anlıyorsun. zaten gerçek şampiyonların farkı bu değil mi? benim için gerçekten süper bir sezondu. hem sportif açıdan, hem kişisel açıdan...