ünlü yönetmen emir kusturica'nın 2008 yılında yaptığı "maradona by kusturica" belgeselinden;
(maradona 15 yıl sonra doğduğu eve -barakhane desek daha doğru olur- gider ve anlatmaya başlar...)
maradona:
babam eli iş tutan tek kişiydi. doyurması gereken 9 kişi vardı, 8 çocuk ve annem. evde her zaman yemeğimiz olmuştur. çok değil, bazen biraz daha fazla, bazen biraz daha az, ama aç kalmadık.
bu benim evim.
ama aileyi bir araya getiren şey budur. ben ekmeğimi kız kardeşimle paylaşırdım, ya da o yeterince yediğinde kalanını bana verirdi.
avlu benim stadyumumdu.
epey büyüdükten sonra fark ettim ki, masada ne zaman yeteri kadar ekmek olmasa annem karın ağrıları çekerdi. ama bu gerçekten karnı ağrıdığı için değil, bizim daha çok yememizi istediği içindi.
yemek yerken babamın bize "sessiz olun!" demesine gerek yoktu. gözlerindeki o bakış ve işten kalan yorgunluğu saygı göstermeyi emrederdi. babamın işten eve geldiğinde, annemin gidip sırtına şu eski emici bardaklardan koyduğunu hatırlıyorum. annemin biz koşuştururken, o bardaklarla çalışması bir ayin gibiydi. sanki masaj gibi. aynen öyle, çünkü babam sırtında çuval taşıyordu.
bence bu çevredeki insanlar, diğer yerlerde yaşayan insanlardan daha onurlular.
benim ülkemde, politikacılar zengin oluyor, ama insanlara hiçbir şey vermiyorlar. bir çok defa politikaya atılmam söyledi. ve ben dedim ki; "hayır. insanları soymak istemiyorum." politikacılarla görüştüm, ve onlar bir daha benimle görüşmek istemediler. çünkü ben hissettiklerimi söylerim. benim yaşadığım zaman boyunca, zengin ve fakir arasında fark hep büyüdü. sadece arjantin'de değil, bunu brezilya'da da, venezuela ya da küba'da da yasaklamalarla görebilirsiniz. amerikalılar bu ülkeleri ayaklarının altına alıp çiğniyorlar ve bir daha ayağa kalkmalarına fırsat vermiyorlar. eğer onlara borç verirlerse, geriye on katını istiyorlar.
kusturica: peki bu adalet anlayışı ne zaman doğdu?
maradona:
bu, dünyayı görmekten, sonra bir sürü che guevara okumaktan, ve araştırmaktan geliyor. ve küba'dan.
kusturica: gabriel garcia marquez bana dedi ki: "eğer latin amerika tarihinde castro olmasaydı yankiler çoktan patagonya'ya yerleşmişti bile. ve hepiniz de ingilizce konuşuyor olurdunuz."
maradona:
bence biz abd'nin parçasıyız.
kusturica: peki ne düşünüyorsun, bütün dünya bir amerikan sömürgesi mi olacak?
maradona: görünüşe bakılırsa öyle.
kusturica: çin?
maradona: hayır, çin değil.
1987'de fidel ile tanıştım. amerikalılar bana bir ödül verdiler, ve kübalılar da veriyorlardı.
amerikalılara dedim ki; "ödülünüz sizin olsun. ben küba'dakini alıyorum." (el hareketi çekiyor)
fidel ve ben che, arjantin ve küba hakkında 5 saat konuştuk ve fidel'e aşık oldum. bölgesini koruyan bir canavar gibi görünüyordu. amerikalılar denemiş tabii ama o, hırsızlıkla suçlanamayacak tek politikacı. tabii ona politikacı diyebilirsek.
o, "ülkem için, toprağım için canımı ortaya koydum." diyebilecek tek politikacı. o bir devrimci. dünya politikacıları seçimleri kazanmak için para döküyorlar. o ise silahlarla kazandı. çünkü bunu yapacak cesareti var! küba'yı seviyorum!