28. deplasmanım ve gördüğüm 30. stad: vodafone arena (445 km)
(...)
saat 17 civarıydı ve bir sürü beşiktaşlı stadyuma doğru yürüyordu. barbaros caddesinden dolmabahçe’ye doğru döndüğümüzde ise stadyumdan bize doğru gelen bir sürü beşiktaş formalı taraftarı görüp şaşırıyordum. onur’a sorduğumda, maç günü birçok kişinin formalarını giyip beşiktaş çarşıya gittiklerini ve orada maç izlediklerini söyledi. stadyuma bu kadar yakın olup, dışarıda izlemek nedense garibime gitmişti. o sırada nevzat abi, tüm biletlerin satıldığını ve karaborsaya düştüğünü söylüyordu.
üzerimizde forma, atkı ve polarlarla sohbet ede ede misafir tribüne ulaştık. deplasman gişesi, 2 kez arandıktan ve passoligi gösterdikten sonra tribüne doğru ilerleyen yolda yer alması da ilginçti.
deplasman tribünü tahmin ettiğim gibi üst katta ve sahanın tam çaprazındaydı. fakat konum olarak daha önce arkanıza denizi alırken şimdi denizin karşısında yani bilenler için “beleştepe”de yer alıyordu. hem görüş açısı olarak hem de kredi kartının geçtiği kantini ve tuvaletleriyle fenerbahçe ve galatasaray’ın stadyumlarından daha iyiydi.
fotoğraf çekinip etrafa bakınırken onur abi geldi. çantadan ural’ın pankartını çıkarttı. tam asmak üzereyken bir polis memuru gelip, “önce bakalım” dedim. “tabi” deyip, ural’ın gençlerbirliği üyesi olduğunu, genç yaşta kaybettiğimizi ve kulübün resmi internet sitesinde de bu konuda açıklama olduğunu söyledim. polis amirine whatsappdan yazıp yorumunu bekledi. birkaç dakika sonra “amir asılmamasını istedi” dedi. anlamamıştım. “neden?” diye sordum. cevap yoktu. “her gittiğimiz stadyumda asıyoruz, 3 hafta önce türk telekom arena’da, her hafta 19 mayıs’ta açıyoruz” dedim ama nafile. amir, “asılmasın” dediği için asamadık! şaka gibiydi. morallerimiz altüst olmuştu.
bu sırada ahmet oğuz’un abisi gelip bizlerle el sıkışıp kendini tanıttı. onla muhabbet edip maçı beklemeye başladık. nevzat abi kadroyu uzattığında ümit özat’ın normal kadroya göre muriqi yerine ring’i ilk 11’e aldığını yani sahaya forvetsiz çıktığını görüp sinirlendik. çünkü lig lideriyle oynayacağımız için muhtemelen tek tük pozisyon bulabilecektik ve onları da değerlendirecek birilerinin sahada olması gerekiyordu.
maç başladığında alkaralar oldukça disiplinli ve dirençli gözüküyorlardı. gol yolundaki iki önemli isimden biri olan serdar’a her pozisyonda en az iki beşiktaşlı baskı uyguladığı için genel olarak aydın’ın top taşıyıcılığından faydalanıyorduk. maçın 34. dakikasında ring’in ortası ile çaprazda topla buluşan uğur’un yerinde gerçek bir forvet olsa belki tüm senaryo değişebilirdi ama özat yüzünden öyle olmadı.
ilk yarının sonuna doğru beşiktaş’ın en etkili silahı olan “uzun süreli baskılı oyununu” seyrettik. üst üste 3 kez atak yaptılar. ilk ikisinde topu kapsak da hızlı pres uygulayarak tekrar topu kazanıyor ve bir kere daha hücum ediyorlardı. haliyle savunma hatta her bir atakta biraz daha dengesiz yakalanıyordu ki, 3. atakta defansımızın sağ kanadı tamamen düştü, golü de o kanattan yedik.
devre arasında beşiktaş tribünlerinde hiçbir pankart ve bayrak olmadığını fark edip şaşırdık. sanırım tek pankart, tam çaprazımızda bulunan kale arkası ile maraton kesişimindeki “tekirdağ” pankartıydı.
ikinci yarı ümit özat, muhtemelen sarı kartı var diye, takımın en iyi defansı claro’yu çıkarıp yerine muriqi’yi aldı. beşiktaş önde olmanın verdiği motivasyon ve rahatlıkla kırmızı-siyahlılara pozisyon vermiyordu. 52’de maçın ikinci şansını elde ettik ama kornerden gelen topa muriqi’nin vurduğu kafa vuruşunu kaleci tolga çıkarttı. 57’de ring yerine velikonja oyuna girdi. forvet oyuncusunun ilerideki presi sayesinde takım biraz daha hareketlenmeye başlamıştı ki, 61’de serbest vuruştan yediğimiz gol tüm gardımızı düşürdü.
bu dakikadan sonra neredeyse sahadan yok olduk. 85’te babel farkı 3’e çıkarttı ve maç da bu sonuçla sona erdi.
tribünden çıkıp diğer arkadaşlarla vedalaştıktan sonra onur, nihan ve fahriye’yle bir şeyler atıştırmak için beşiktaş çarşı’daki deli kadın’a gittik. bir şeyler içip yerken bir yandan da muhabbet ediyorduk. özellikle onur’un “küçükken beni ‘senin baban zeki müren’ diye kandırırlardı. ben de inanıp herkese sorardım” sözlerine yüksek sesle kahkaha attık.
kalkmamıza yakın beşiktaşlı bir taraftar yanımıza gelip, “farklı bir takım taraftarısınız ve şu an beşiktaş çarşı’da rahat rahat oturuyorsunuz. işte bu bizim taraftarların ne kadar özel olduğunu göstermiyor mu?” diye sordu. güldük. “eyvallah ama sanırım bu, gençlerbirliği taraftarının bugüne kadar kimseyle kavgasının olmamasının bir sonucu. bütün deplasmanda rakip takım taraftarları tarafından iyi karşılanıp muhabbet ediyoruz. çünkü hiçbiri ankara’ya geldiğinde sorun yaşamıyorlar. bunu biz tribüne adımımızı attığımızda abilerimizden öğrendik, şimdi de yeni gelenlere anlatıyoruz” dedik.
ufak muhabbetimizin ardından taraftar arka masada beşiktaş’ın 30 yıllık stat anonsçusunun oturduğunu söyleyip bize işaret etti.
hesabı ödedikten sonra önce beşiktaşlı taraftara sonra da onur ve nihan’a veda edip evin yolunu tuttuk.