24. deplasmanım ve gördüğüm 26. stad: mersin arena (512 km)
mersin arena stadyumu’nun ankara 19 mayıs stadyumu’na uzaklığı: 512 km.
son birkaç aydır, hem yeni bir deplasmanın yanına daha çek işareti atmak, hem de nadir ailesinin öve öve bitiremediği mersin mutfağını yerinde incelemek için mersin’e deplasman yapma fikri üzerinde konuşup duruyorduk. kadro, gidiş-geliş planı, kalacak ve görülecek yerler konusunda uzlaştıktan sonra “gastronomi turu” hakkında konuşmaya başladık. zeynep, dolgun bir “yenilmesi gerekenler” listesi hazırladı ve yolculuğumuz için az yemeye ve gün saymaya başladık.
9 nisan 2016, cumartesi
sabah 07.30’da cengiz abi önce bizi ardından da başak’ı aldı ve mersin’e doğru tekerlekler dönmeye başladı.
ilk durağımız, çocukluğumda neredeyse her yaz şereflikoçhisar’a giderken yanından geçtiğimiz ama anımsadığım kadarıyla en fazla 2 ya da 3 kez durduğum tuz gölüydü.
havalar henüz ısınmadığı için daha önce gördüklerime göre oldukça sulak olan gölün kenarlarında bulunan kare kase biçimindeki tuz tanecikleri oldukça enteresan bir görüntü oluşturuyordu.
arabalara atlayıp mersin’e doğru yola devam ederken bizim önümüzde mersin’e doğru yol alan zeynep, “mali, hasan dağına bak nefis!” diye bir mesaj attı. her yanından geçtiğinde bende, “bozkırda yalnız kalmış bir yükselti” hissi uyandıran dağ gerçekten çok güzel görünüyordu.
zeyneplerle pozantı pelit ocakbaşında buluşmak için sözleştik. ben de maps.google’dan ilgili yeri işaretledim ve yönlendirmelere ayak uydurmaya başladık. otobandan çıktıktan bir süre sonra işkillenmeye başladık çünkü navigasyon bizi dar sokaklar arasında bir yere götürüyordu. kısa bir süre, “nadir çifti bizi özel bir yere götürüyorlar herhalde” diyerek kendimizi avutsak da, “pelit ocakbaşı” adında ufak bir lokantanın önüne gelip telefonla kendilerine ulaştığımızda bir saçmalık olduğunu anladık. tekrar otobana döndükten kısa bir süre sonra nadir’lerin bahsettiği yerin (haliyle!) otoban üstünde yer alan bir dinlenme noktası olduğu fark ettik. ama bir kere daha mola vermek yerine mersin’in girişinde buluşmaya karar verdik.
yolculuk boyunca mersin’de yiyeceklerimizi düşünerek minimum yemek yediğimiz için nadirlerle buluştuğumuzda zeynep’e, “10 kalorim kaldı zeyno artık bir şeyler yiyelim!” diyordum. ilk durağımız memoş tantuniydi. yağsız ve yağlı olarak iki çeşit tantunileri vardı. yağsız olanın etinde hiç yağ yokken diğerinde normal yağlı et kullanıyorlardı ve her ikisi de gerçekten nefisti.
normalde çok da şalgam seven biri olmamama rağmen önce tantuniyle beraber ardından da yürüyerek ulaştığımız satış dükkânında içtiğimiz özkan şalgam suyu, daha önce içtiklerimin şalgam suyu olmadığını düşündürüyordu çünkü harikuladeydi.
ve yemeğe cila atmak adına künefeci emin usta’ya gittik. yapımında tel kadayıfı yerine (sanırım) irmik kullanılan, peyniri çok leziz olan ve normallerine göre çok daha az tatlı olan mersin usulü künefe yedik ve bayıldık!
midemiz dolu keyfimiz yerinde bir şekilde sahile indik ve ufaklıklarla birlikte deniz kenarında yürümeye başladık. özellikle başak ve özge ufaklıkların arkasından koşarken yediklerini eritip, akşam için midelerinde yer açmaya başlamışlardı bile.
tam arabalara atlayıp kalacağımız yer olan karayolları tesislerine doğru giderken sağanak yağmaya başladı. “şanslıyız” dedik. konumu, odaları ve temizliğiyle on numara olan tesis gayet güzeldi.
yerleşip bir süre dinlendikten sonra akşam için balık pazarının yakınlarında bulunan erden balık’a gittik. burada nadir’lerin yakın arkadaşlarından serkan ve eşi ile buluştuk ve kalamar, ahtapot, barbun ve hayatımda ilk kez yediğim ızgara sardalya yedik. her şey gerçekten nefis ötesiydi.
10 nisan 2016, pazar
dolu dolu yemekle geçen cumartesinin ardından pazar sabahına da kahvaltı için, daha içerilerde yer alan çağlar köy konağı’na giderek başladık. bol sohbet ve kahvaltı derken nadir ailesi de yanımıza geldiler.
toprak ve idil’le biraz koşuşturduktan sonra maç tayfası arabaya atladı ve tabelalarda “mersin stadyumu” nette ise mersin arena olarak geçen stadyuma doğru yol almaya başladık. stadı uzaktan gördüğümüz ilk an arabadan indik ve bir selfi çekelim dedik ama ural stadı almayı unuttu. bol kahkahalar arasında “sağlık olsun” dedik ve yolumuza devam ettik.
stadyuma ulaştığımızda ilk dikkatimi çeken şey, stat çevresinde yer alan ve içeriyi gösteren transparanımsı “yapı”ydı. mersin’deki sıcak hava koşulları nedeniyle rüzgâr dönüşümü olsun diye böyle yaratıcı bir fikir bulduklarını düşündük ama malum burası türkiye, hiç alakası da olmayabilirdi! kısacası karar veremedik.
biletleri ayarlayıp girişe geldiğimizde adana’lı bir polis memuru ve mersinli bir taraftarla bol bol laklak ettik. ve sonunda tribünde yerimizi alıp stadyumu incelemeye başladık.
deplasman tribünü tıpkı kayseri’deki kadir has’ta olduğu gibi üst katta yer alıyordu. alt katın tamamı ev sahibi takıma aitti.
mersin idman yurdu’nun ligdeki konumu nedeniyle tribünlerde çok çok az sayıda futbolsever bulunuyordu.
deplasman tribüne giren ilk taraftarlar bizlerdik. bizden sonra doğma büyüme batmanlı ama gençlerbirlikli olan veysel, irfan can’ın bir akrabası ve onun arkadaşı ve son olarak da ankara’dan diğer arkadaşlar geldiler.
sakatlıktan kurtulan uğur’un takıma dönmesi, cezalı olan ahmet oğuz yerine hakan aslantaş ve hleb’in yerine de landel’in ilk 11’de yer aldığı kadro mersin arena’ya çıkarken hepimizin aklından, rakibin de durumunu düşünerek, galibiyet geçiyordu.
maçın ilk dakikaları ortada geçtikten sonra 17. dakikada djalma’nın kendine atılan topu güzel bir şekilde önüne alıp sürdükten sonra soldaki stancu’ya çıkartması ve onun da topu filelere göndermesiyle tribünde çılgına dönüyorduk. başak bana dönüp, “stancu atacak demedim mi?” diye sordu. gerçekten haklıydı!
golden sonra maç yeniden orta sahada nüfus ederken, welliton’a atılan nefis bir ara pası tüm defans oyuncularımızın adeta “belini kırıyordu.” brezilyalı oyuncu ceza alanına girdiğinde topu, yerden üzerine doğru kayarak gelen hopf’un soluna doğru attı ve kalecinin ayaklarına takılıp yere düştü. “eyvah!” desek de hakem devam kararı verdi. (maçtan sonra televizyondan maçı izleyen arkadaşlarla ve kendi aramızda sürekli bu pozisyonu konuştuk. çünkü hem kırmızı kart hem de penaltı olabilirdi ve genel kanı da hakemin pozisyonu atladığı yönündeydi. mersin adına üzüldük!)
ilk yarının uzatma anlarında landel, djalma’ya nefis ötesi bir ara pas uzattı ve o da ceza alanına girip sabit bir şekilde “kale koruması” yapan kaleciyi avlamakta zorluk çekmedi. takım soyunma odasına giderken en rahat deplasmanlarımızdan birini izlediğimiz konusunda hemfikirdik.
ikinci yarının ilk dakikalarında mersinliler oyunu sertleştirerek tribün desteğini kazanmak ve ipleri ellerinde tutmaya çalışsalar da hatasız defans yapan alkaralar buna izin vermediler ve kısa bir süre sonra oyunu dengeleyip topu ayaklarında tutmaya ve kontra ataklar yapmaya başladılar.
baskı yediğimiz bölümde, sakatlanan ahmet yılmaz çalık yerine oyuna giren ve ilk kez gençlerbirliği formasını giyen sergey politevich önemli 2-3 hamle yaparak hepimizin gönlümüzü kazandı.
irfan’ın bası yaptığı ve topu kazandığı bir pozisyonunda tribündeki akrabası yanındakine, “aldı be! helal be! vur be!” diye tempo tuttuktan sonra oyuncunun şutu dışarıya çıktı. bunun üzerine bize döndü ve “amcasıyım ya, övüneyim biraz!” dedi ve kahkahayı bastı. gülüştük.
maçın son bölümünde mersin idman yurdu iyice oyundan düştü. oldukça rahat bir şekilde paslaşarak atak yapan ve maçı rölantide devam ettiren gençlerbirlikliler 79’da ceza alanında djalma’yı topla buluşturdular ve angolalı da kendisinin ikinci ve takımın üçüncü golünü attı. mersin taraftarları takımlarına da tepki göstermek adına uzun süre golü alkışladılar.
3-0’dan sonra tribünler büyük oranda boşaldılar. bu arada ural ve cengiz abiyle artık takımın gol atmaması gerektiğini konuşuyorduk ki, takım da rölanti bir şekilde top dolaştırıyordu. uzatmalarda kullandıkları bir serbest vuruşun ardından mersinliler şeref sayılarını buldular ve maç da 3-1 alkaraların galibiyetiyle sonra erdi.
maçtan sonra aklımıza başak’ın mersin’e girdikten sonra yol kenarında gördüğü gelincikleri gösterip, “bu yıl ilk kez gelincik gördüm, bu galibiyetin işareti olmasın?” sorusu geldi. gerçekten bir işaretti demek ki!
arabaya atlayıp öğretmenler evine gittik ve cengiz abinin yakın dostu mersin vali yardımcısı cemal yıldızer ile buluştuk. bir süre sonra nadir ailesi de bize eklendi ve son kalorilerimizi tüketirken tereyağlı tavuk yemek için dalakderesiyle aynı adı taşıyan lokantaya doğru yol aldık. mersinde hava sıcak ve nemli olduğu için yaylada bulunan dalakderesinin serin havası nefes almamızı sağladı. lokantanın özellikle pilav ve tavuğu nefis ötesiydi çünkü tereyağları gerçekten çok lezzetliydi! bol bol laklak edip afiyetle karnımızı doyurduktan sonra misafirhaneye döndük ve yüzümüzdeki gülücüklerle günü tamamladık.
11 nisan 2016, pazartesi
pazartesi sabahı saat 7.30 civarında arabaya atlayıp 1912’de almanlar tarafından inşa edilen varda köprüsüne doğru yol almaya başladık. fakat iki kere navigasyon sıkıntısı yaşadıktan sonra “bir dahaki sefere” dedik ve ankara’ya dönmeye karar verdik. gezisiyle, yemekleriyle ve elbette 3 puanıyla oldukça leziz bir deplasmanı daha arkamızda bırakmanın huzuru içerisinde saat 16’da evimize vardık.