ilk basımı 2003 yılında olan yiğiter uluğ'un "hatice'den mektuplar" kitabından;
yıl 1989... ıngilizler'in yaşayan en büyük futbolcularından bobby charlton, bir kimyasal boya üreticisinin davetlisi olarak istanbul'a gelmiş. söyleşi için dolmabahçe'de buluşuyoruz. laf lafı açıyor ve konu futbolda yabancılar meselesine geliyor. 'sir' charlton, pek çok muhafazakâr ingiliz gibi, futbollarının dışarıdan esen rüzgârlarla sarsılmasına karşı... "yakında avrupa birliği üyesi ülkelerde sınırlar kalkacak ve tüm iş kollarında serbest dolaşım olacak. o zaman ne yapacaksınız?" diye soruyorum. "futbol diğer işlere benzemez. yabancı sayısında sınırsızlık diye bir şey olamaz. futbol kendi kurallarını koyar. yabancı oyuncu sayısı artmamalıdır" diyor sert bir sesle.
bu soruyla başlayan gerginliğin katsayısı, söyleşi boyunca yükseliyor ve ben "sizin futbolu bıraktığınız günden bu yana ingiliz milli takımı, uluslararası organizasyonlarda başarılı olamıyor. bunun sebepleri nedir?" sorusunu yöneltince bobby charlton patlıyor: "bizim futbolumuz iyi durumda. siz kendi halinize bakın!"
sesimi çıkaramıyorum. ne yaparsınız? devir, ingiltere ile oynadığımız her milli maçta bir araba dolusu gol yediğimiz devir... söyleşi, cevap almayı umduğum soruların yarısını bile soramadan yavan bir biçimde sona eriyor.
yıllar sonra, bosman yasası'yla birlikte 'kıta avrupası'ndan futbolcular ada'da cirit atmaya başlayınca, epey kulaklarını çınlattım sir charlton'un. hele, onun şeref üyesi sıfatıyla yönetiminde yer aldığı manchester united, bir zamanlar burun kıvırdığı yabancıların katkılarıyla avrupa şampiyonu olunca...
ingiliz futbolu şu sıralar tarihinin en bunalımlı günlerini yaşıyor. son avrupa şampiyonasından daha ilk turda elendikten sonra, 2002 dünya kupası elemelerine de, wembley'de almanya yenilgisiyle ve teknik direktörleri keegan'ın istifasıyla girdiler. şimdi harıl harıl teknik direktör arıyorlar. federasyon yöneticilerinden adam crozier, "yeni menacer yabancı da olabilir" deyince, futboldaki muhafazakâr kanadın eleştiri oklarından nasibini almış. başı kimin çektiğini tahmin edebilirsiniz: sir bobby charlton elbette... tıpkı 11 yıl önce, sık sık 8-0 yendikleri bir ülkenin genç bir gazetecisini terslediği ses tonuyla "milli takım'm basına bir yabancı getirmek, ulusal onurumuz için bir hakarettir" buyurmuş!
geçen hafta herald tribune'deki yazısında rob hughes, "ingiltere'nin kriket takımını bir zimbabweli çalıştırırken, en büyük ulusal gurur kaynağı olimpiyat şampiyonu kürekçi steven redgrave antrenör olarak bir doğu alman'ı seçmişken, futbolun başına bir yabancıyı düşünmek niçin hakaret olsun?" diyordu.
futbol oynadığınız 60'lı yıllarda muhtemelen hiçbir topu ıskalamamıştınız, sir charlton... ama kabul edin, şimdi ıskalıyorsunuz. futbolu icat eden ulusunuzun bir yüzyılda kazanabildiği tek dünya kupası'nda büyük rol oynamış, ulusal kahraman katına yükselmiştiniz. adınızın önüne gelen unvan, o günlerden yadigâr. ne yazık, orada kalmışsınız. siz ve sizin gibi düşünenler, bilgiyi ve yetenekleri sınırların arasına hapsedebileceğinizi düşündükçe, geleneği ne kadar zengin olursa olsun, ülkenizin futbolu yerinde saymayı sürdürecek.
radikal, 15 ekim 2000
bugünden bakınca: sonunda ingiliz futbolu en koyu umutsuzluğa düştüğü anda, bütün tutucu yanlarını bir kenara bıraktı ve milli takım'ın başına bir ısveçli'yi, sven göran eriksson'u getirdi! o gece sir charlton, bir büyük viskiyi devirmiştir herhalde...