“3 takım”dan herhangi birinin izini taşımadığı için, ülke futbolunda çok önemsenmese de, bu yıl 49. kez düzenlenen tsyd ankara futbol turnuvası, türkiye 1. futbol ligi ve türkiye kupası’ndan sonra, düzenlenmekte olan en uzun soluklu kupa olma özelliği taşıyor.
son 10 yılda 9. kez finale yükselen gençlerbirliği’nin bu sezon ki rakibi, 1994’ten bu yana ankara büyükşehir belediye başkanlığı yapan melih gökçek’in, mor - sarı (ama gerçekte “sarı değil lame” olduğunu öğrendiğim) renklere sahip “yeni takımı” osmanlıspor idi.
“maddi ve manevi” olarak ankara büyükşehir belediyesi’nin büyük desteği ile “bazı nedenlerden ötürü” sürekli şekil değiştiren (takımın merkezi, oynadığı stadyum, ismi, renkleri vs.) tabansız bir takıma, milyonlarca doların gömülmesine karşı olan gençlerbirliği taraftarları, maçın çeşitli bölümlerinde tezahüratlarla bu duruma olan tepkilerini gösterdiler.
maçın başında yenilenmiş kadrosuyla gençlerbirliği daha atak ve hızlı görünüyordu. özellikle yeni transferlerden latovlevici, spelmann ve skulason’un bindirmeleri ve hızlı kanat değiştirmeleri bizleri heyecanlandırıyordu. 20 yaşındaki forvet oyuncumuz atabey’in “kiradan”, kendini güçlendirmiş bir şekilde döndüğünü görmek de ayrıca mutluluk vericiydi.
el kabir için ise ayrı bir parantez açmak gerek. bu kulübün ileri hattında oynayan (ve pişmiş olarak gelen) en istekli, en savaşçı ve en kaliteli oyunculardan biri olduğunu geçen sezon göstermişti. kupa maçlarında bunu bir kere daha kanıtladı. bu sezona damgasını vurmaya devam edeceği şimdiden çok net görünüyor. tek sıkıntısı ise dünkü maçta da olduğu gibi, sürekli sert müdahalelere maruz kaldığı anlarda fazlaca agresifleşmesi.
osmanlıspor’un ilk ciddi atağı 11’de sol kanattan bir kontratak sonrası geldi ve ahmet çalık’ın taca atılması gereken top, filelerimize kadar uzandı.
golden sonra soldan yapılan bir ortaya el kabir’in nefis volesini, benfica’dan alınan artur’un kale dibinden çıkarışı oldukça hüzünlendiriciydi.
ilk yarının uzatma anlarında, (bu sezon sağ beklimiz olacağı kesin gibi görünen) ahmet oğuz’un uzun taç atışında el kabir, şık bir kafa vuruşu ile skoru eşitleyen golü kaydetti. yanlışım anımsamıyorsam, canlı olarak ilk kez, direk taçtan yapılan bir asist izlemiş olmam da, kendi adıma sevinç kaynağıydı.
ilk yarıda, tam önümüzde yaşanan bir pozisyonda yan hakemin tacı takibe vermesi üzerine tribünden yükselen “devşirme hakem” tezahüratı da günün en eğlenceli anlarından biriydi.
ikinci yarının hemen başında torje’nin köşe vuruşunda, (nasıl o kadar yükseldiğini bir türlü anlam veremediğimiz) umut nayir’in kafası ile yeniden geriye düştük.
sonrasında baxter, kadroda (muhtemelen biraz da durumlarını görmek için) değişiklikler yapmaya başladı. fakat hücumu hareketlendiren takım yerine defans ile orta sahası kopuk bir takıma dönüştük. bu yüzden sert basan ve dirençli oynayarak kapanan osmanlıspor’u açmak bir türlü kolay olmuyordu. el kabir’in süratli ve güçlü sürüşleri, oyuna girdikten sonra uğur’un ve maçın başından beri ahmet oğuz’un bindirişleri, doğa’nın da tatlı acı kesişleriyle pozisyon vermeden yüklenmeye çalışıyorduk.
bu yarının en eğlenceli tezahüratı ise, kapalıdan gelen “osmanlı” seslerine “osmansız” diye karşılık verilmesiydi.
maçın uzatma anlarında ilk golde hatası olan ahmet çalık’ın rakip ceza alanı korner çizgisi üzerinden topu harikulade bir şekilde tekrar oyuna döndürmesi ve el kabir’in golü ile tribünler karnaval yerine dönüyordu.
penaltı atışları sonrasında osmanlıspor kupaya uzandı. aklıma 2009’da ankaraspor’a kaybettiğimiz tsyd kupası geldi. o gün de olduğu gibi yine yazının üçüncü paragrafından ötürü gereğinden fazla üzüldüm.