ilk basımı 2003 yılında olan yiğiter uluğ'un "hatice'den mektuplar" kitabından;
fotoğrafı ilk gördüğümde sevimli bulduğumu itiraf etmeliyim. tabii o ilk anda, giydikleri sarı-kırmızılı formanın göğsünde yazılı sloganı fark etmemiştim. dikkatle bakınca, kaynar sular başımdan aşağı döküldü.
galatasaray'ın sion'la isviçre'de oynadığı maçtan bir tribün manzarasını gösteriyordu fotoğraf... hepsi galatasaray'ın formasını giymiş ve tribünün önünde yer almış bir grup genç... başlarında sarı-kırmızılı bereler, ellerinde bayraklar, kaynana zırıltıları... ve ne yazık ki hepsinin göğsünde aynı slogan: "die for you" (senin için ölürüm).
üzüldüm. 4-1'lik galibiyetin keyfine bir kıymık gibi battı "die for you".
birkaç hafta geçti geçmedi, aynı tablo bu kez fenerbahçe tribünlerinde arz-ı endam etti. fenerbahçe-galatasaray maçında numaralı tribünün ön sıralarını hepsi fenerbahçe forması giymiş gençler kapmıştı. sahadaki renklerin, desenin tribünlerdekiler tarafından da paylaşılması, oyuna bambaşka bir atmosfer veriyor. üstelik bir örnek fener forması giymiş taraftarların, hemen hepsinin elinde birer de sarı-lacivertli davul vardı. kısacası, audio-visual bir gösteriydi hazırladıkları. ama... formalarının göğsüne yazdırdıkları slogan, bütün gösterileri anlamsız kılacak kadar vahşi, bütün renkleri ezip geçecek kadar hoyrattı: "kill for you" (senin için öldürürüm).
fenerbahçeliler, birkaç hafta önce galatasaray tribünlerinde başlayan modaya gönderme yapıyorlardı. yok aslında birbirimizden farkımız, biliyorsunuz... bir yerden sonra ölmeyi göze almakla, öldürmeyi göze almak, aynı kapıya çıkıyor.
peki, yaşamın en canlı, en heyecanlı, en coşkulu parçalarından biri olan, dünyanın dört bir yanında milyonları avucuna alan bir oyunun üzerine neden azrail'in gölgesi düşüyor bizim tribünlerimizde?
ölmeye, öldürmeye neden bu kadar meraklıyız?
yüzyıllardır ölmekten, öldürmekten fırsat bulup da, yaşamak üzerine birşeyler kuramadığımız için mi?
ölümden önce bir hayat olduğunu bir türlü göremediğimiz için mi?
hani tribün terörünü yaratanlar, bir avuç serseriydi, işsizgüçsüz takımıydı! ne oldu "varoşların intikamı" söylemine? avuç dolusu para verip takımının formasını alan, üşenmeyip göğsüne baskıyla "ölürüm/öldürürüm" yazdıran, sonra da numaralı tribünün en önüne kurulanlar varoşlardan mı geliyor? yoksa şiddet hepimizin yüreğini biraz kemiriyor da, telaffuz mu edemiyoruz?
geride bıraktığımız hafta içinde bu konuya değinen yalnızca bir kişi çıktı medyada.. fatih altaylı, hürriyetteki köşesinde genç ve güzel bir kızın da maça göğsünde "kiil for you" yazılı formayla geldiğine dikkat çekiyor ve "bu kafayla yaşamasına gerek yok" diyordu. "en iyisi göğsüne 'die for you' yazdırsın ve ölsün. yaşaması anlamlı değil nasılsa..." bu satırlar da, aynı şiddet duygusunun başka türlü dışa vurumu değil mi? dedim ya, bir yerden sonra ölmek de, öldürmek de farklı kapılara çıkmıyor.
bu arada fenerbahçe stadı'nda skorborda yazılan sürpriz sonuç, yaşanan bazı tatsız oyunların gazete sütunlarında yer bulmasını da güçleştirdi. galatasaray kafilesi fenerbahçe stadı'na gelirken, binlerce polisin gözü önürde sarı-kırmızılı otobüsün taşlandığını, galatasaraylı futbolcuların sahaya kâğıt gibi yüzlerle çıktığını, belki de bu nedenle alışılmış performanslarının çok altında kaldığını kimse yazmadı mesela...
iki sezon önce fenerbahçe kafilesi trabzon-rize karayolunda taşlandı diye yeri göğü yıkan, "şampiyonluğumuz çalınıyor" diye feryat eden ali şen, benzeri olaylar kadıköy'ün göbeğinde yaşandığında zahmet edip özür bile dilemedi. galatasaraylı kalemşörler de, futbolcuların o anki psikolojisini anlamakkan çok uzak kaldılar. "fenerbahçe deplasmanlarının zorlu geçeceği önceden biliniyor. işleri ne? çıkıp oynasalardı" maço makamından çalmak işlerine geldi. en aklı başında diye bildiklerimden biri, mehmet aktop, süper futbol'da "galatasaray taraftarları da ali sami yen'i diğer takımlar için deplasmana (cehenneme demeye dili varmamış herhalde) çevirmeye hazır. fakat galatasaray yönetimi, bu sezon yaptığı uygulamalarla taraftarını pasifize ediyor" diye yazdı.
cennet ve cehennem arasındaki farkın altını çizmek yerine, cehennemde eşitlik istemek... işte bütün yapabildiğimiz bu! şiddetin olağan sayıldığı, hatta şiddeti daha iyi ve daha sistemli uygulayanın kazandığı, kaybedenin bir dahaki sefere aynı hatalara (!) düşmemesi için olabildiğince aşağılan dığı bu fenerbahçe-galatasaray maçından sonra tartışılanlar arasına, hınzır bir kutlama da giriverdi. maçtan sonra galatasaray soyunma odasının önünde toplanan bir grup fenerli, fatih terim'in yaşgününü "iyi ki doğdun fatih" şarkısıyla kutladı. oraya kadar girmeleri doğruydu-yanlıştı, ayrı bir tartışma konusu. ama bana göre, bu gergin derbinin öncesinde ve sonrasında ortaya çıkan en yaratıcı, en mizahi, en gerçekçi ve en insani tepkiydi ulyi ki doğdun" şarkısı... gariptir, kaybeden tarafı küplere bindiren de bu oldu. otobüslerinin camında patlayan şişeleri "oyunun bir parçası" olarak görenler, bu masum şakaya tahammül edmediler.
bazen tımarhane günlüğü yazıyormuş gibi hissediyor insan kendini...