antrenman rahatlığı içinde oynayan çekler 6 golü kâfi gördü. sahanın yıldızı jokl'du. takımımız yuhalandı
bir spor arenanı boşalıyordu... insanlar terkediyordu bir spor arenasını. ali sami yen stadı boşalıyordu. başı eğikti insanların. üzgündüler. ama, yapacak hiçbir şeyi olmıyan hiçbir dağın ardında ümidi kalmayan insanların tevekkülü vardı yüzlerinde...
bir futbol maçı bitmişti oysa biten sadece bir maç değildi sporseverler için: herşey bitmişti... şimdi herşeye yeniden başlamak gerekecekti. belki de taâ 1923 yılından başlamak. ilk türk spor teşkilâtının kurulduğu güne kadar gitmek gerekecekti. hiç değilse «meş-hûr-ı âlem» slavya'nın gelip de türk'lere ilk futbol dersini verdiği günlerden başlamak gerekecekti.
çünkü kırk yıl sonra bir de kendimize geliyorduk ki dünya ile aramızdaki fark hiç değişmemiş...
herşey bitmişti ama bu elbette bir tek günde olmadı. herşey bitmişti ama bu elbette bir tek günde olmadı. her hezimetten sonra bin türlü bahanelerle geveleyen bizler -ama hepimiz - bu son çöküşü hazırlamıştık.
sahaya nasıl da sâkin, sinirsiz ve kendinden emin adımlarla çıktı takım... istiklâl marşını nasıl da en az falso ile ve kendimizden emin söyledik... nasıl da ilk dakikalarda birşetler yapmağa hazırlanan bilgiç ve esprili bir futbol tutumumuz vardı... nasıl da rahattı futbolcularımız... nasıl da 4-2-4 oynıyacağız diye modern futbolün büyük (!?) şartını yerine getirmiş ve orta sahada oynıyacak sağiçimize 6, solhafımıza 7 numaralı formayı giydirmiştik...
sonra, ilk yirmi dakika geçtikten sonra nasıl da susakalmıştık... nasıl yeşil çimenlerin üzerine yatmışrı sporcularımız, nasıl seyretmiştik futbolcularımızla birlikte usta rakiplerimizin bize «ders verişlerini»...
oyun
ilk dakikalar geçtikten sonra görüldü ki misafir takım bizi yoğura yoğura yenecektir. sonra yavaş yavaş onların da aralarında henüz dünya piyasasında adı duyulmamış «yarınki yıldızlar» olduğunu keşfettik. soliç joki onbeş dakika içinde dört defa solaçık yerinden falsolu toplar yolladı kalemize... civa gibi kayıyorlardı sahanın üzerinde... bizim düşünemiyeceğimiz kadar rahat ve güzel top kullanıyorlardı. üstelik bizim dayanamıyacağımız kadar çok koyuyorlardı. nihayet joki 22 nci dakikada düşündüğünü yaptı. kabat'la birlikle önce ismail'i sonra naci’yi ekiverdi. sıyrıldı. taç çizgisine yakın bir yerden şandelledi topu. varol ortalarda kafa vuracak adam kolluyordu. falso alan top başının üzerinden geçerken uyandı ama... iş işten geçmişti.
işte bu ilk golden sonra ay - yıldızlı takım sahada yoktu.
35 inci dakikada 30 metreden fazla bir mesafeden popluhar’ın attığı frikiki de kalecimiz seyretti. gol olmadı. fakat bunu yirmi santimlik bir farka borçlu kaldık.
41 inci dakikada kabat bir pas aldı. ismail ofsayt sanarak bıraktı. oysa kabat, ismail’in beş metre gerisinden depar alırsa onbeş metre sonra onu geçiyordu her seferinde... ve bu yalnız ismail’in değil bütün defansımızın hali idi. fırladı kabat, yerden bir orta yaptı. süreyya kesti ve geriye doğru düşürdü topu. knebort ve varol birlikte daldılar. bizim ve onların birlikte daldığımız her topta olduğu gibi bu defa da meşin yuvarlak knebort'ta kaldı ve küçük bir darbe ile içeri yuvarlandı: 2-0.
dört dakika sonra gene knebort -klâsik futbol deyimi ile- naci’nin belini kırdı. ortaladı, heryerin adamı kvasnak, 5 defans adamının arasından bir buz parçası gibi sıyrıldı. girdi içeriye: 3-0.
üç gol daha
ikinci devrede atılan gollerin nave nereden girdili hiç önemli değildi. çünkü girmeyenler, daha doğrusu çekoslovakyalıların atmadıkları, direnlerden daha çoktu. ama hrdliçka’nın evire çevire attığı dördüncü, kabat'ın. fehmi'nin verdiği harika pasa yapıştırdığı şimşek gibi şutle attığı beşinci. jokl'un teşbih tanesi gibi dizdiği defans adamlarımızın hali ve bunun arkasından yaptığı altıncı goller uzun zaman hâtıramızda yaşayacak...
bu maçı unutmıyacağız. yediğimiz goller de, yemediklerimiz de hiçbiri aklımızdan çıkmıyacak. «meşhûr-ı âlem» slavya'dan aldığımız dersi hâlâ unutmadığımız gibi...
ve perde...
bilen bir futbol maçı değildi. türk futbolû için herşey bitmişti artık. aklımız varsa, yeniden başlamalıydık.