maçtan önce taraftarlar arasında barış karacasu'nun girişimiyle bir dostluk köprüsü kurulmuş ve tesislerde saat 10'da iki takım taraftarları arasında dostluk maçı düzenlenmişti. maçı 4-2 kazanırken ilk golü ceza sahası dışından rövaşota ile atıp ikinci golün de asistini yapmıştım (ehem, tebrikleri duyalım).
maçtan hemen sonra yapılabilecek en doğru şeyi yapıp the pub'a gittik ve içmeye başladık. ingiliz arkadaşlarımız gelmeden önce bahse tutuşmuştuk. ben bizi sahada yenebileceklerini ancak barda hiç şanslarının olmadığını iddia etmiştim. sağolsun arkadaşlar bana bir blackburn forması hediye ettiler ve "bugün bunu giyeceksin" dediler. bol bol bira tükettikten ve iyice kaynaştıktan sonra kızılay'a geçip orada içmeye devam ettik. maç saati yaklaştığında ise stada doğru yola çıktık.
dikkatinizi çektiyse bu maçta hem tribünde hem de deplasmanda olduğumu yazdım. hepimiz zurna gibi olduğumuz için ben blackburn'lüleri kapalı girişine götürdüğüm vakit aramızdaki kanka muhabbeti iyice artmıştı. tutturdular bu maçı bizimle izleyeceksin diye. eh ben de çok direnemedim. gittiler polislere 10 dakka dil döktüler bizim rehberimiz, o da bizle girecek ille de vs. polis baktı bunlar sarhoş, daha fazla kasmadan çıkış kapısını açtırdı ve ben biletim olmadan blackburn tribününe girmiş oldum.
önce tezahüratları öğrenmeye çalıştım. tribünde gezerken de merdivenlerden yuvarlanma tehlikesi geçirdim (dedim ya biraz alkol almıştık). cep telefonum da susmuyor bu arada, neredesin diye gecekondu'dan arayıp duruyorlar. dedim kapalı'dayım. nasıl dediler, misafir ağırlıyorum rakip tribündeyim dedim. bayaa bir alay konusu oldum tabii sonradan bizim takım maçı alınca. maç 3-1 olduğunda bütün kapalı sustu. ben de uyuz oldum, kafaya çıktım, bu kadar yol geldiniz ne biçim destekliyorsunuz takımınızı bağırsanıza ulan diye verdim gazı tribünlere, biraz canlandılar. maç 3-1 bitti.
maç çıkışında bizimkiler kondu'dan geldiler. taksi çevirdik birkaç tane. polis geldi yanıma nereye gidiyorsunuz diye sordu, içmeye dedim. tamam mekan ver dedi newcastle, the pub falan dedim. bir yandan da kanal d muhabiri ve kameramanı da takıldı peşimize. newcastle'a gittik, içmeye devam ettik.
Kanal d ekibi haber değeri taşıyan bir görüntü yakalayamadığı için (kavga yok ya, gelin görün ki ingiltere'ye gittiğimizde 3 kere tv, bir kere de radyo röportajı verdim, futbol sevgimizin bizi blackburn'lülerle nasıl dost yaptığı üzerine) bir süre takılıp gitti. hemen sonrasında bir anda birileri beni alıp barın üst kattaki ofisine çıkardı. orada amirler beni sorguya çektiler. evet polisler. kim olduğumu zaten biliyorlardı, derslerine çalışmışlar, ancak blackburn'lülerle neden gezdiğimizi anlayamamışlar. oraya buraya gitmeyin ankaragücü taraftarları var kavga arıyorlar dediler. ben de tabii evet vs kısa kesip aşağı indim.
kısa bir yemek molasından sonra ekibin kalanı ile buluşmak üzere the pub'a geçtik. terası kapatmıştık tamamen. ara vermeden biralarımızı söyledik. bardak kesmediğinden sürahiden içmeye başlamıştım ben. bol bol tezahürat yaptık beraber, birbirimize de öğrettik. güldük eğlendik.
saat gece 2 civarında yaklaşık 10 litre bira tüketmiş vücudum pes etmek üzereydi. akıllı olayım dedim, sahada sizi yendik ama barda benden bu kadar pes ediyorum dedim, hala evimin yolunu bulabiliyorken eve gideyim diye düşündüm. ingiltere'de buluşmak üzere vedalaştık.