bu belki de bir süre coşkun özarı’yı konu edinen son yazımız olacak. çünkü suçun onda olmadığı artık gün gibi aşikâr. adamı çağırmışsın, «gel kardeşim» demişsin. «oturduğun yerde al sana ayda şu kadar yüz bin lira maaş. lüksemburg gibi beşinci sınıf takımları yendiğin zaman da çeyrek milyon lira ikramiye. merak etme. işine gücüne de karışmayız. türk milli takımını kişisel keyif ve inatlarına bildiğin gibi alet edebilirsin. ulusal gururla bildiğin gibi oynayabilirsin. biz görevde kaldığımız sürece kimse sana elini süremez.»
eee... niye böylesine yağlı bir kuyruğu bıraksın, şekerspor gibi bir takımda bile dikiş tutturamayan coşkun...
açın bakın coşkun’un defterini. başkası kendisine hazır bir takım bırakmamışsa, tek başarısı yoktur kayıtlarında. o hazır mirası hovardaca yiyene kadar bir kulüpte kalmış, sonra pasaportu eline verilmiştir. türk futbol tarihinde coşkun tarafından yaratılmış bir tek takım, onun tarafından yetiştirilmiş bir tek kişi yoktur. hal böyle iken sanki bu ülkede, bu dünyada adam yokmuş gibi ona bağlanır kalırsın, adamın kusuru ne?..
televizyondaki halini gördünüz. yenilgiye özür bulmakta bu kadar mahir bir aktör daha hatırlamıyoruz. galatasaray, fenerbahçe, beşiktaş o haftayı hep kötü kapamışlar da, ondan altı gol yemişiz macarlardan. onu dinlerken turgayla koloğlu nasıl kahkahalarla gülmediler, hayret...
teşkilat öyle de, dördüncü kuvvet, kamuoyu oluşturmak, baskı unsuru olmakla görevli spor basını farklı mı?.. ilk günün kara başlıkları daha macarların uçağı kalkarken unutuldu. tercüman’da öz dayımı, bana 25 yıl önce ilk gazetecilik derslerini veren necati bilgiç'i okurken gözlerime inanamadım. biraz şansla altı golün yarısını yemezmişiz.
biraz da şansla en az altı gol biz atarmışız. yani maçın sonucu 6-3 bizim lehimize olurmuş. vay benim talihsiz coşkun'um vay... öteki gazeteler, , öteki yazarlar, bilgiç’ten farklı mı?.. alın bütün spor basınını önünüze. gürleyen bir kalem var mı?.. hepsi coşkun’u teselli yarışına girmişler. o zaman haklı coşkun. halt eden de biz... özellikle bendeniz. ama allah’tan televizyon maçı verdi. allah’tan tam 30 milyon çift göz maçı izledi. vatandaş neyin ne olduğunu biliyor. vatandaşın bilmesi sadece bizi haklı kılıyor. o kadar... fazla umuda kapılmayalım. bu teşkilat ve bu basınla coşkun bu milletin alın teri vergileriyle gününü gün etmeye devam edecektir.
vay efendim neymiş... bir yığın altyapı teranesi... türkiye’de ne varmış ki, ne olacakmış.. milli takım, alt değil, üstyapı olayıdır. bunu bilen yok mu?.. biz coşkun’dan türkiye’de futbolun temelini atmasını istemiyoruz ki?.. 67 vilayetinde top oynanan, birinci liginde 18, ikinci liglerinde 49, sıra bekleyen bir o kadar takımı olan ülkede bir üstyapı olayını gerçekleştirip 16 adam seçmesini ve bu 16 adama adam gibi futbol oynatmasını bekliyoruz, hepsi bu. bu 16 adamı bile bulamıyor ve bugün futbolu bizden öğrenen ülkelerin bile oynadığı çağdaş futbolu oynatmasını istiyorsak, bunun altyapı ile ilgisi ne?..
reşit karabacak avrupa şampiyonu. aslan karababacak avrupa şampiyonu. aslan karabacak... ata sporu destanları... aynı reşit iki turda elenince altyapı edebiyatı ve bunun adı sorumlu gazetecilik. bilinçli kamuoyu oluşturma...
puppo sandro türkiye’yi dünya kupası finallerine götürürken, altyapı çok mu iyiydi? berlin’de almanları, la hey’de hollandalıları, istanbul’da macarları yenen, turgaylar, naciler, canlar, lefterler, kadriler, metinler çok daha iyi altyapıdan mı çıktılar. altyapı üstyapı farkını bilmeyenler, sözümona sol edebiyat yapmaya yeltenmesinler... bir mehmet yurdadön’ü olimpiyatta dereceye sokmak başka şeydir, bir milyon kişiyi koşturup, pistleri kasıp kavuran doğu almanya olmak başka şey... türkiye’de altı yüz tane tartan pist yok diye, mehmet yurdadön’ü adam gibi koşturmayacak mıyız?. bu ülkenin bir tek adamı iyi yetiştirecek gücü yok mu?.
türk spor basım her milli maç sabahı, efsanevi sayfalar hazırlama yarışma girmekte, sonra kendi hazırladığı sayfaların altında ezilip, zorunlu olarak coşkun’un avukatlığını yapmaktadır. en açı gerçek işte budur . bir maç günü, maç sırasında tribünlerde konuşulanlarla aynı kişilerin ertesi gün yazdıklarını okusanız, şaşkınlıktan küçük dilinizi yutarsınız...
macarlardan altı gol yenir yenmez, mayıstaki bulgar maçı iptal ediliyor. çünkü güneşin balçıkla sıvanmayacağını yılmaz tokatlı da, yücel seçkiner de, vehbi dinçerler de biliyorlar. bir altı gol de bulgarlardan gelirse, onun altından artık coşkun’u feda etmekle de kalkamayacaklarını biliyorlar. bulgar maçının iptali bir korkunun ifadesidir. spor basını bunun bile üzerine gitmiyor.
bir kez daha söylüyoruz. coşkun’u suçlamakla çok ayıp ediyor, gerçek suçluyu gizliyoruz. coşkun, içinde bulunduğu ortamı çok iyi değerlendirmeyi bilen bir gününü gün etme ustası...
gerçek suçlu, onun bir milli takımla böyle keyfi oynamasına göz yuman vehbi dinçerler’in başkanlığındaki spor teşkilatı ve onları denetleme yerine, özürlerine yeni özür bulma yarışma giren türk spor basını, yani bizleriz...
helal olsun coşkun sana... iş bilenin kılıç kuşananın...
yarın malta, suriye, lübnan’la falan maç alıp onları da yenerek, her defasında çeyrek milyonları cebe atmaya devam et. sıkıya geldin mi maçı iptal eder, bir altı ay daha kazanırsın. yalnız merak ettiğim bir şey var.. dünya kupası elemelerini nasıl iptal edeceksin?.. sahte başarılarına alkış tutup, hezimetlerinde avukatlığını yapanlar, yarın bu elemelerde, resmi puan maçlarında hezimetler birbirini izleyince, türk spor kamuoyunun önüne hangi yüzle çıkacaklar?
bugün de senin coşkun... bugün de sizin coşkunmanlar.
ama yarınlar bizim olacak... çünkü kaçamayacağınız, çünkü devekuşu başınızı kuma gömemeyeceğiniz günler gelecek...
yiyin efendiler yiyin... bir altı ay daha bu «han-ı işti