dağhan ırak'ın "hükmen yenik!: türkiye'de ve ingiltere'de futbolun sosyo-politiği" kitabından;
altıncı bölüm: 2010 ve sonrası: futbol yeniden dizayn ediliyor
12 eylül 2010’daki anayasa referandumundan destek tazeleyerek çıkan adalet ve kalkınma partisi (akp), pek çok başka alanda olduğu gibi futbolda da hâkimiyeti tamamen eline alarak bu alanın politikalarına uygun bir şekilde yeniden dizaynına girişti. aslında 6222 saydı sporda şiddetin önlenmesine dair kanunla başlayan bu sürecin, tamamen akp'nin futbol kamuoyuna bir dayatması olduğunu söylemek doğru değil. zira recep tayyip erdoğan'ın “ustalık dönemi” olarak tanımladığı bu dönemin en önemli hedeflerinden biri, sermaye ve bürokrasinin -muhalifleri tasfiye etmek suretiyle- kesin desteğini alarak iktidarını hegemonyaya dönüştürmesiydi. futbol, daha önceki bölümlerde anlattığımız üzere 12 eylülden itibaren buna en müsait alanlardan birini oluşturuyordu. dolayısıyla akp nin futbol dünyasına ilişkin planlarının kulüp yöneticileri ve futbola sermaye pompalayan iş çevreleri tarafından muhalefetle karşdandığı söylenemez. aksine, 6222 sayılı kanunun çıkış süreci birkaç taraftar grubunun itirazları dışında hükümete büyük bir destek devşirildiği bir dönem olmuş, o taraftarların sesi de futbola para aktaran holdinglere bağlı spor medyası tarafından büyük bir dezenformasyon kampanyasıyla susturulmuştu.
kamuoyunda “sporda şiddet yasası” olarak bilinen “sporda şiddet ve düzensizliğin önlenmesine dair kanunun taslak olarak meclis gündemine gelişi, anayasa referandumunun hemen iki ay sonrasına denk geldi. aslında daha 2009 yılından böyle bir yasanın hazırlanıyor olduğu konuşuluyor, ancak gerekli alt yapının olmadığı gerekçesiyle tasarı parlamentoya gelmiyordu. referandum sonrası dönemde ilk kez, olaylı beşiktaş-bursaspor maçının ardından 6 aralık 2010 tarihinde, dönemin gençlik spor genel müdürü yunus akgül, anadolu ajansına yaptığı açıklamada yasa tasarısından bahsederken, daha sonra pek çok kez yapılacağı üzere ingiltere’ye atıf yapıyor ve “4 sene önce biz bu kanunu çıkarırken ingiltere'yi örnek almıştık. biliyorsunuz şiddetin en fazla yaşandığı yer bir zamanlar ingiltere’ydi. ve bizim yasayı çıkarmak için hazırlık yaptığımız o dönemde ingiltere’de 5 defa yasanın değiştiğini gördük. biz de burada ikinci defa yasayı değiştiriyoruz. 3. defa da, 4. defa da değişir; yasalar değişir” diyordu. akgül aynı açıklamada zaten spor sahalarındaki şiddet olaylarına karşı bir yasa bulunduğunu, ancak bunun uygulanamadığını da söylüyordu.
sporu polisiye tedbirlerle kontrol etme isteği, hükümet oluşunun ilk günlerinden itibaren akp’nin gündeminde hep yer almıştı. 28 nisan 2004 tarihinde akgül’ün bahsettiği “spor müsabakalarında şiddet ve düzensizliğin önlenmesine dair kanun” çıkarılmış, aslında bu yasayla “şiddetin önlenmesi’nden ne anlaşıldığı da açık edilmişti. yasanın daha birinci maddesinden spordaki gerilimin tek nedeni olarak “şiddetli rekabet” gösteriliyor, devletin demir yumruğu yasanın ikinci bölümü boyunca art arda sıralanan önlem, yasak ve yaptırımlarla tahlili baştan yanlış yapılmış soruna çözüm arıyordu. yasarım 8. ve 9. maddeleri taraftarları kapsarken, herhangi bir şekilde temsiliyet hakkı verilmeyerek “güdülecek koyun” konumunda incelenen taraftarların çobanlığı kulüplere veriliyordu. 33 maddelik yasa boyunca spor ortamını normalleştirecek toplumsal tedbirlerle ilgili tek bir satır bile bulunmuyordu. bunun sonucu olarak yasa akgül un deyimiyle "uygulanamadı", yani şiddet olaylarının çözümü ya da azalması
yönünde hiçbir etki yapmadı.o meşhur maç...
yeni “sporda şiddet yasası” planlarım tekrar gündeme taşıyan olay, 5 aralık 2010 tarihinde oynanan beşiktaş-bursaspor maçı olmuştu. iki takım taraftarının arası bursasporun küme düştüğü 2003-2004 sezonundan beri bozuktu. bursalılar, beşiktaş’ı o sezon küme düşme hattındaki diğer takımlara karşı kasten kaybetmekle suçluyor, bu nedenle iki takımın maçları gergin geçiyordu. beşiktaş inönü stadyumu nda o gün oynanacak maç öncesi, kalabalık kontrolü konusunda polis inanılmaz acizlikler gösterince, dolmabahçe savaş alanına döndü. iki takım taraftarlarının birbirlerinden ayrı olarak stada girişini sağlayamayan polis, beşiktaş taraftarının barikatı yıkması üzerine köşeye sıkışan bursaspor taraftarlarının bulunduğu yere biber gazı sıkarak, olayları faciaya dönüştürdü. normalde ağır yaralanmalarla sonuçlanan bu olay istanbul valisinin, emniyet müdürünün, hatta içişleri bakanının koltuğuna mal olabilirdi. onun yerine yasa çıktı!
beşiktaş-bursaspor maçında maçtan günler önce başlatılacak bir eylem planıyla kulüpler ve spor yöneticileri tarafından önlenebilecek bu olaylar, o gün polis etkin bir kalabalık kontrolü gösterebilseydi de yaşanmayacaktı. bu olaydaki açık güvenlik zaafı hiçbir soruşturmaya konu dahi olmadı. onun yerine hükümet yeni yasa tasarısıyla gündemi dolduruyor, medyada çıkan çoğu imzasız haberlerle yasanın ne kadar gerekli olduğu anlatılıyordu. örneğin milliyet, 6 aralık tarihli sayısında “olaylar, yaklaşık 1.5 yıldır sürüncemede kalan sporda şiddet yasası nda gerekli düzenlemelerin bir an önce yapılarak yürürlüğe girmesi gerektiğini bir kez daha gündeme getirdi” diyor, yasa olsaydı olaylara karışan taraftarların özel yetkili mahkemelere çıkarılarak ağır cezalar alacağından dem vuruyordu.1 olaydaki polis ihmallerinin nasıl bir soruşturmaya tabi olması gerektiği ise milliyet’in ilgi alanına girmiyordu. kaldı ki, yaşanan olaylar zaten yeni bir yasayı gerekli kılmıyordu, stadyum dışında karışılan herhangi bir şiddet olayı zaten türk ceza kanununa tabiydi. basında yer alan ve yasanın çıkacağı 28 aralık tarihine kadar artarak çıkacak “haberlerde bu detaylara lüzum görülmemişti. türkiye basını, hillsborough’da the suna biçilen rolü huşu içerisinde oynuyordu. medyanın bu coşkusunun nedeni yasa tasarısındaki bir maddeyle daha rahat anlaşılacaktı.
elektronik bilet: hem fişleme, hem ticaret
6222 sayılı yeni yasanın, 5149 sayılı eski yasaya göre en önemli farklarından biri maçlara girişlerin elektronik bilet adı verilen bir karta bağlanmasıydı. yasanın konuyu düzenleyen 5. madde 4. fıkrası şöyle diyordu:
“spor müsabakalarının yapıldığı alanlara girişi sağlayacak biletler, elektronik sistem üzerinden oluşturulur. bilet satın almak isteyen kişilerle ilgili olarak, üzerinde adı, soyadı, türkiye cumhuriyeti kimlik numarası ve fotoğrafı olan bir elektronik kart oluşturulur. kişinin yabancı olması hâlinde kart üzerinde türkiye cumhuriyeti kimlik numarası yerine uyruğu olduğu devletin adı ile türkiye’ye giriş yaptığı pasaportun seri numarası kaydedilir. bilet satışları kişilere özgü elektronik kart üzerinden yapılabilir. spor müsabakalarına, kişi ancak adına düzenlenen elektronik kart ile izleyici olarak girebilir. spor müsabakalarına, kişi ancak adına düzenlenen elektronik kart ile izleyici olarak girebilir. spor müsabakasına izleyici olarak girecek kişilerin kontrolünü ev sahibi kulüp yapmakla yükümlüdür. bu yükümlülük ev sahibi olmayan müsabakalarda, müsabakaya katılan her iki kulüp; millî müsabakalarda ise, ilgili federasyon tarafından yerine getirilir.”
madde incelendiğinde, uygulamanın 1984 yılında margaret thatcher’ın getirmeye çalıştığı ancak kişi haklarının ihlali nedeniyle yükselen itirazlar nedeniyle yapamadığı, sonrasında ise heysel faciasını kullanarak geçirdiği futbol taraftarlığı kimlik sisteminin birebir kopyası olduğu kolaylıkla anlaşılabiliyordu. zaten adalet komisyonu raporu da yasayı meclise getirirken “diğer ülkelerdeki düzenlemelerin incelendiği” vurgusunu yaparak ingiltere’ye göz kırpıyordu.
bu fıkra işin fişleme boyutunu oluştururken, holding medyasını heyecanlandıran kısım ise aynı maddenin 11. fıkrasının c bendinde yatıyordu:
“elektronik kart bilgilerinin kulüpler adına reklam ve pazarlamasında ilgili federasyonlar yetkilidir; merkezi pazarlama ve bilet satışından elde edilecek gelirler kulüplere ait olup federasyon ya da yetki verdiği üçüncü kişiler nezdinde oluşacak bu gelirler kamu kurum ve kuruluşlara ilişkin alacaklar hariç olmak üzere haczedilemez, devir ve temlik edilemez. federasyonlar bu fıkra kapsamında belirtilen yetkilerini kısmen veya tamamen üçüncü kişilere devredebilir."
11. fıkranın a bendi, elektronik biletle toplanan kişisel bilgileri maliye bakanlığı ve içişleri bakanlığı'nın kullanımına sunarken, yukarıdaki bent ise bunu bir sektöre dönüştürüyor, holdinglerin iştahını kabartıyordu. spor medyasının bağlı bulunduğu büyük holdinglerin, yiyecek-içecekten telekomünikasyona, otomotivden bahise kadar onlarca sektörde at koşturduğu düşünüldüğünde e-bilet uygulamasıyla toplanacak bilgiler bu şirketler için hazine niteliğindeydi. bu yasa ne olursa olsun çıkmalıydı!
yasa çıktıktan sonra 22 aralık 2012 tarihinde resmi gazetede yayımlanan kanunun uygulanmasına dair yönetmeliğin 21. maddesinin c ve ç bentleri medyanın bu kendinden geçmiş ısrarının boşa olmadığının kanıtıydı:
"c) kulüpler, kişisel bilgilerin kullanılmasına ilişkin olarak seyircilerden elektronik ortamda veya yazılı muvafakatlerini alırlar. muvafakatin içeriğinde kişisel bilgiler ile bağlı bulunulan federasyon ve kulüplere ilişkin bilgilerin bulunmasının yanı sıra, bu bilgilerin kanunda belirtilen görev ve yetkilerini yerine getirmesi amacıyla, federasyonun sponsorları ve anlaşma yaptığı kurumların reklam ve diğer hizmetleri için kullanılabileceği ve saklanabileceği hususları yer alır.
ç) elektronik kart bilgilerinin kulüpler adına reklam ve pazarlamasında ilgili federasyonlar yetkilidir. merkezi pazarlama ve bilet satışından elde edilecek gelirler kulüplere aittir. federasyon ya da yetki verdiği üçüncü kişiler nezdinde oluşacak bu gelirler kamu kurum ve kuruluşlarına ilişkin alacaklar hariç olmak üzere haczedilemez, devir ve temlik edilemez. federasyonlar bu fıkra kapsamında belirtilen yetkilerini kısmen veya tamamen üçüncü kişilere devredebilir
6222 sayılı yasa ve ardından çıkan yönetmelikle taraftarların kişisel bilgileri hem maliye ve içişleri bakanlığının eline veriliyor, hem de federasyonlara bu bilgileri istediğine satması için sınırsız yetki tanıyordu. hem devletin, hem sermayenin rüyaları gerçek oluyordu.
anayasa'ya aykırı, ama olsun!..
diğer taraftan, bu açık ticari çıkar yaratan düzenlemelerin “sporda şiddetin düzenlenmesi’yle ne ilgisi olduğu meçhuldü. yasa, kendi amaç ve kapsamının dışında dolaşıyor, bu arada hem avrupa insan hakları sözleşmesini, hem de anayasayı ihlal ediyordu. 12 eylül 2010 referandumunun tek neticesi akp ye sınırsız ve kontrolsüz bir iktidar vermek değildi; anayasada bazı değişiklikler de yapılmıştı. o değişikliklerden biri 20. maddedeydi. avrupa insan hakları sözleşmesinin 8. maddesine dayanan bu değişiklikle şöyle deniyordu:
"herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir."
elinizdeki bu kitabın yazıldığı günlerde devreye girmesi düşünülen e-bilet uygulaması, anayasanın 20. maddesindeki ifadenin uygulama biçimini belirleyecek kişisel verilerin korunması yasa tasarısı'nın yasalaşmasını bekliyordu. taraftar grupları, kişisel haklarını tehdit eden bu uygulamaya karşı zaman zaman seslerini yükseltiyor, ancak örgütsüzlük ve iş birliğini engelleyen kulüp milliyetçiği 6222 sayılı yasanın çıkışında olduğu gibi yine etkili bir muhalefetin önünü tıkayacak gibi.
6222 sayılı yasanm çıkışında devlet kurumlarının, tff ve kulüpler birliği’yle yaptığı yoğun iş birliği, sermayenin liberalliğiyle, devletin otoriterliğinin futbolda nasıl birleştiğinin ve elit kulüplerin bunun ne şekilde parçası olduğunun çok net bir kanıtıydı. taraftarlar ise tıpkı yasanın kendisinde olduğu gibi yasanın hazırlanma sürecinde de edilgen bir role mahkûm edildi. futbol seyircisine söz hakkı vermeyen, onu kulüp yönetimleri tarafından güdülecek koyunlar ya da potansiyel suçlular olarak gören bakış açısı, aynı zamanda bu insanların sırtından para kazanmanın yollarını da ulusal ve uluslararası hukuku ihlal ederek yasaya koydurmanın yolunu bulmuştu. yasanın çıkış sürecinde alınan bu tavır, taraftarın kendi haklarım korumak için örgütlenmesi için iyi bir fırsattı. ancak kulüplerarası rekabet ve örgütlülük geleneğinin olmaması bu fırsatın gerektiği gibi kullanılamamasına neden oldu. yasanın sonrasında ise türkiye'deki futbol paradigmasını değiştirecek “şike operasyonu” gelecek ve her şey kökünden değişecekti.