ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
aman siz dikkat edin trabzonspor heyecanı ile yönünüzü şaşırmayın. yoksa aksal yavuz gibi bir sürpriz ile karşılaşabilirsiniz.
maç kaç kaç?
zeytinburnu'nda uzun yıllar ikamet ettim. güzel günlerim, hoş anılarım oldu oralarda. o zaman içerisinde bir insan tanıdım ki, o kişi bendeniz için bir ağabey, bir arkadaş, çok özel, çok güzel biriydi... diğer bir ifadeyle; adam gibi adamdı... başındaki saç helinden, ayağının başparmağına kadar da trabzonsporluydu...
sevgili badaloğlu kardeşim, trabzonspor taraftarları olarak ilk kez çıkartacakları kitaba bendenizden yazı isteyince, hem 3 yıl önce rahmetli olan, adını yazarken bile çok duygulandığım hayri çebitürk ağabeyimi anmak, hem de ilginç anımı da bu vesileyle sizlerle paylaşmak istedim...
zeytinburnu'nun bazı sokakları birbirine çok benzer. adımladığınız caddelerde, ilginizi çeken gecekonduların arasında gözünüze ilişecek yüksek katlı binalara kafanızı kaldırarak yürürseniz eğer, geri dönüşünüz öyle muhteşem olur ki; soluğu ya tren istasyonunda, ya da deniz kıyısında alırsınız...
o anlamda; zeytinburnu'na gezmeye gelenlere, bilhassa ilk kez yolu düşenlere, her daim "zeytinburnu'na kaybolmak istemiyorsanız, yanınızda yola ufalayacağınız bir ekmek parçası veya bir torba çakıl taşı bulundurun, aksi halde ara sokaklarda beygir gibi dolaşırsınız" demişimdir. neden böyle dediğimi merak etmişsinizdir... yazdıklarımı okuduktan sonra bendenize hak vereceksiniz.
hikâye, 1998-1999 sezonunun 12. haftasında ali sami yen'de oynanan, galatasaray'ı 3-5'lik skorla yendiğimiz gün yaşandı...
hayri ağabey kahveden çıkarken yüksek sesle bağırdı, "maçı beraber izleyelim." dedi. oyuna dalan bendeniz, kafamı hafif sallayarak "olur." anlamında cevap verdim kendisine. işaretimden ikna olmamış olacak ki, durumun ne kadar önem taşıdığını ifade etmek için, ani bir manevrayla geriye döndü, kapının ağzına kadar yürüdü, işaret parmağıyla beni uyarırcasma "mutlaka gel, bekliyorum." dedi...
hayri ağabeyin evi üç katlıydı... aile efradı bayağı kalabalıktı. o aileyle birlikte maç izlemek, yetişkin çocuklarıyla ve torunlarıyla futbol muhabbetleri yapmak ayrı bir zevkti... hele galip geldiğimiz günler de aldığımız keyif, bir sezonluk yaz tatiline bedeldi...
talimatı almıştım, ancak oyun gurubu arkadaşlarımdan gerekli izini alamadım...
masaların etrafında cirit atan garson, omzunda taşıdığı havluya hem ellerini siliyor, hem de " gündüz çaylar rize'den, akşam goller cim-bom'dan." diye bağırırken sesi denizli horozu gibi cırtlak çıkıyordu... çay ocağında kıs kıs gülen galatasaraylı pire mehmet bendenizi izliyordu; çünkü hafta boyu, hafta sonu oynanacak maç hakkında yorumlar yapmış, sorularını cevaplamıştım, dolayısıyla tahmin ettiğim ve onlara söylediğim maç sonucuna kimsenin itirazı olmamıştı... anlaşılan; acemi garson kalabalıktan kuvvet almış, fanatikliği bendenize olan saygısını bastırmıştı...
maç saati geldi çattı... aklım maçta, kulağım dışarıdan gelecek sesteydi... ve beklenen ses çok geçmeden kulağıma giriş yaptı...
"golll..." sesiyle başıma aşağıya sanki soğuk su döküldü, zira ses çok gür gelmişti. "galiba golü biz yedik." demeye kalmadı, maçı yan tarafta bir yerde izleyen 16 yaşlarındaki fenerli çocuk müjdeyi trabzonsporlulara verdi. tüylerim diken diken oldu... o gün herkes trabzonsporlu olmuştu. meğer o "golll!.." sesi, o yüzden çok gür gelmişti...
fazla geçmeden bir "golll!.." daha... "trabzonspor ikiledi" dediler... işte o an "haydi yavrum sende ikile." dedim kendi kendime...
oyunu bırakıp kendimi dışarıya attım... o kadar mutlu, o kadar sevinçliydim ki, adeta uçuyordum... ayaklarım yere değmiyor, gözlerim hiçbir şey görmüyordu...
iyi de ben nereye gidiyorum... aman allah'ım bir "golll!.." daha. "ne oluyor be?" dedim... hala evi arıyor, ama bulamıyordum. meğer sokakları karıştırmışım.
bahçeli bir evin kapısından içeriye daldım... boyası dökülmeye yüz tutan yağsız demir kapı aç karga yavrusu gibi gıcırdadı. bahçedeki ağaçlar yapraklarını tembel tembel sallarken, "hele şükür, buldum işte.." dediğimde, kendi kendime salladığımı nerden bilebilirdim...
zile bastım... kapı açılmıyor... saniyeler dakika gibi geliyor insana... "açılsın şu kapı artık." diyorum... ayakkabılarımın bağcıklarını çözdüm, eve giriş için pozisyon aldım, açılan kapıdan içeriye birden daldım, kendimi salonun ortasında buldum...
kafamı kaldırdım, önce duvarlara, sonra kapalı olan odalara göz gezdirdim. kimsecikler yok... nerede bu millet. kapıyı açan kadın, kapının ağzında afallamış bendenize bakıyor, vaziyeti kafasının içinde çözümlemeye çalışıyordu...
aklım trabzonspor'da, maçta ve milletin karşılaşmayı izlediği evin salonundaydı. tam karşımda, evet tam karşımda dev gibi bir adam, odadan dışarıya çıkmış, kapının açtığı boşluğu dolduran vücuduyla bana bakıyordu... baltayı taşa vurmuştuk... yanlışlıkla arka sokaktaki bir eve girmişim...
fanilalı vücudun sahibi, vücudunu gerneştirerek kendine getirmeye çalışıyor, arada bir horlayarak esniyordu. öyle ki, ağzının içindeki dişleri de çok rahat sayabiliyordum. " hayırdır hemşerim?" dediğinde, o ses, sanki boş bir bodrum katından geliyordu... istem dışı cevap verdim kendisine "maç izlemeye geldim... maç kaç kaç?"
aldığım cevabı hatırlamıyorum, fakat gözlerinin şimşek gibi çaktığını, bir o yana, bir bu yana döndüğünü, oradan nasıl uzaklaştığımı dün gibi hatırlıyorum... uzatmayalım, doksan derece, evet doksan derece öyle bir dönüş yaptım ki, herhalde o skor bendeniz için bir dünya rekoru olmuştur...
trabzonspor'un 2-0 önde götürdüğü maçın gazı bendenizi öyle havaya soktu ki, kendimi her yere girecek kadar özgür ve hafif hissetmiş, girilmez yerlere dalmışım...
nihayet hayri ağabey'in evini buldum. üzerimden şıpır şıpır boşalan teri görenler "hayırdır, ne oldu?" diye sorsalar da, niçin geciktiğimi maçın devre arasında anlattım...
galatasaray'ı farklı yendiğimiz o gün, sahada atılan her golden sonra büyük bir keyif yaptık... coştuğumuz her pozisyonda yanımızda oturanlarla ellerimizi şaplattık... güzel bir gündü... unutmadım, unutamam...
maç esansında hızlı adımlarla uğradığım, yıldırım hızıyla ayrıldığım eve, maç sonunda yanımdakilerle emin adımlarla gidip özür diledim, bir yanlışlık olduğunu söyledim, ama o gün yaşadığım sıkıntıyı bir de bana sorun...