ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
katedilmesi gereken uzun yollar. mola verilince cepte bir çorba içecek para olmaması. deplasmanda olmanın zorluğu... bunlar tribüncülerin alışık olduğu şeylerdir. sakaryaspor deplasmanında ise buna kar ve soğuk hava da eklenince her şey bir kat daha zorlaşmıştı. yollarda da kalınınca, sakarya deplasmanı tribünümüzün unutulmazları arasına girdi. bu yüzden bu deplasman ile ilgili ikinci bir yazıyı da kitaba alalım istedik. her şeyin ters gittiği ama en keyifli deplasmanlardan biriydi. gerçi yenilmiştik ama birlikte olmak ve trabzon için omuz omuza olmak güzeldi. rakip takım taraftarı sakaryasporlular'ın, maç bitiminde trabzonspor lehine yaptıkları güzel tezahüratlara aynı güzellikte karşılık vermiştik. kuzeyin ateşini eyüp 'ten dinleyelim.
kuzeyin ateşi...
yine sıradan bir gündü. bilgisayarımı açtım ve her zamanki gibi bordomavi.net'e girdim. birden gözüme bir başlık belirdi: "bmn ankara sakaryaspor - trabzonspor maçına gidiyor/'. artık gün sıradan değildi, birden her şey değişivermişti. trabzonspor'umuzun sevgisi bizi sakarya'ya davet ediyordu. günler çabucak geçmiş ve organizasyonun yapılacağı tarih gelip çatmıştı. öğle saatlerine doğru hazırlandıktan sonra buluşma mekânı olan ankara/beşevler'e doğru kuzenim eyüphan'la beraber yol aldık. otobüsümüz kalkış için hazırdı. çeşitli illerden gelen kırk beş arkadaşla beraber sakarya yolculuğuna çıkmıştık. yolculuk boyunca kemençemiz hiç susmadı. horon oynayarak yolculuğumuza devam ediyorduk. bolu dağı'na geldiğimizde kar yağmaya başlamıştı.
çok güzel, eğlenceli bir beş saatlik yolculuğun ardından nihayet sakarya'ya varabildik. kar yağışı hala devam ediyordu. stadın etrafında çeşitli illerden gelen taraftarlar vardı. içeriye girdiğimizde, bize ayrılan yerin tamamen dolu olduğunu görmek gurur vericiydi. bütün stadın üstü kapalı olmasına rağmen bize ayrılan kale arkasının üstü ise açıktı. bu yüzden daha maç başlamadan üzerimize yağan karın sayesinde sırılsıklam olmuştuk. bu soğuğa rağmen bize ayrılan kısımda bir tek boş koltuk kalmamıştı. sakarya'nın soğuğunu içimizdeki trabzonspor'un ateşi sayesinde hissetmiyorduk.
maç başlamıştı. biz de maçın başlamasıyla takımımıza gereken desteği vermeye başlamıştık. kar yağışı dışında her şey güzel gidiyordu. takımımızı desteklemekten sahada neler olup bittiğini anlamasak da gözümüzün önünde pozisyonlar kaçtıkça kahroluyorduk. hele de ersen martin'in kaçırdığı penaltıdan sonra iyice strese girmişti herkes. maçın son dakikaları gelmişti, durum hâlâ 0-0 iken 90+3'te fatih akyel'in savunmada topu kaptırmasıyla kalemizde golü görmüştük. maç bitmiş 1-0 kaybetmiştik. ne söylemelidir ki insan bu durumda, içimizdeki ateşin yerinde artık öfke vardı, üzüntü vardı, kırılmış bir kalp vardı.
trabzonspor'a kalbimiz kırık ayrılıyorduk sakarya'dan. tabi ki bu kalbimizin sızısı birkaç saat sonra yerini o ateşe geri verecekti. otobüsümüze binmiş, artık ankara'ya yol alma vakti gelmişti. herkes sırılsıklam, üzgün ve sinirli bir şekilde otobüse geri dönmüştü. kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. konuşulanlar sadece maç yorumlarıydı. taraftar olarak görevimizi yapmış evlerimize doğru yol alıyorduk. ama asıl olay şimdi başlıyordu. bolu dağı'na geldiğimizde ulaşım trafiğe kapanmıştı. kar yüzünden araçlar artık ilerleyemiyordu. hemen bir dinlenme tesisinde durduk. kırk beş kişi dolu olan tesisin içine girdik. herkes bordo mavi olunca tabi diğer insanların dikkatini çekmekte geç kalmadık. yolun bir iki saat sonra açılacağını öğrendikten sonra bir kenara çekilip koyu bir muhabbete girişmişti herkes. onur kardeşim otobüsten kemençesini alarak çıkageldi. kemence eşliğinde çaylar yudumlanıyor muhabbetler yapılıyordu. birden elektrikler kesildi, herkes ne oluyor derken bizden çıkan "trabzon, trabzon" sesleriyle dinlenme tesisi inlemeye başladı. yolda kalmışız, elektrikler kesilmiş kimin umurunda. horonun en güzelini yaptık o gece vakti bolu dağlarında. soğuk kimin umurundaydı ki, ısınmak için ne sobaya, ne elektriğe ihtiyacımız yoktu. içimizdeki kuzeyin ateşi bizi ısıtıyordu. hele şu kemence, hele şu horon yok mu, anlatılacak keyif değildi.
elektrikler tekrar geldiğinde herkes bize bakıyordu. bizse hiçbir şey olmamış gibi kemençenin o güzel sesiyle muhabbetimize kaldığımız yerden devam ediyorduk. bir tezahürat vardır: "anlatılmaz bir sevgi bu, deli gibi seviyoruz trabzon'u..." işte bizim o saatlerde yaşadıklarımızı anlatan bir tezahürattı bu.
daha sonra yol açılmış ve birkaç saatlik yolculuğun ardından ankara'ya varmıştık. güneşli olarak ayrıldığımız ankara'ya geri döndüğümüzde karlı bir hava karşıladı bizi. sabahın 04.00'ü olmuştu. maçta yediğimiz soğuk yetmezmiş gibi bir de ankara'nın o buz gibi havası bizi iyice dondurmuştu. eve kendimizi zor atmıştık. buna rağmen eve adımımı attığım gibi ilk işim bordomavi.net'e girmek olmuştu. fotoğrafları siteye yüklemeye çalışıyordum. bir yandan da uyku bastırıyordu ama fotoğrafları yüklemek daha önemliydi.
düşünüyor insan ne kaybettim diye; maçı kaybetmiştik, peki ya kazandıklarım? kırk beş yeni arkadaş. artık hepimiz birbirimizin bir parçasıydık. birçoğuyla da hala görüşüyorum, işte trabzonspor'un farkı burada yatıyor. bize yeni insanlar, yeni dostlar kazandırıyor ve bir de bu güzel anıları...