ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
2006 yılındaki sakaryaspor maçı, gerçekten tribün hayatımızın en unutulmazlarındandı. o gün öyle bir üşüdük ki, aradan yıllar geçti hala ısınamadık desek yeridir ama çok tatlı bir hatıra olarak da yer etti hafızalarımızda. o gün bizi maç sonunda arayan ve durumumuzu soran bir ağabeyimize "sarıkamış 'ta donan türk askerlerinin neler çektiğini bugün iliklerimize kadar hissettik " deyiverdik. gökhan yeşilyurt o soğuk günü o kadar sıcak kelimeler ile anlatmış
söz konusu trabzonspor olunca, bolu'dan sakarya'ya ankara'dan gidilir
4 kasım 2006. bolu...
soğuk bir kış günü...
sokağa çıkma yasağı varmış gibi herkes evinde. mecbur kalmadıkça dışarı çıkmak yok evlerden, herkes yeminli. soğuk şamarlıyor dışarı çıkanı, tekme tokat dövüyor. anasını ağlatıyor yani! benim anam da ağladı ağlayacak, "oğlum ne işin var bu karda kışta o kadar yol gidip geleceksin? kocaman adam oldun ama hala akıllanmadın! " keloğlan tadında biraz benim durumum. dinler mi keloğlan, düşecek yollara elbet sevdasının peşine. kavuşmaların en güzeli, coşkuların en ötesi var yolun sonunda. biliyor zisinoli...
bordo mavi formalı uşaklar o günün akşamı sakarya'da oynayacaklar maçlarını. aynı kavuşma heyecanını yaşamak isteyen arkadaşlarımızın bir kısmı istanbul'dan, bir kısmı ankara'dan dökülecek yine yollara. akacak sakarya'ya, su misali...
randevumuz bu kez sakarya'daydı. 4 kasım 2006 günü, saat 19:00'da...
ne zaman uzun yola çıksam, yolum hep ankara'dan geçer. ters istikamette de olsa bazen, yine de ankara'da bulurum kendimi. nedenini çok sonraları buldum. beş yıl üniversite okudum o şehirde, bir yıl ise askerlik yaptım. yani gençliğim yatıyor ankara'da. kara kuru, gecekondulu, türkü kokuşlu o şehirde. hayatı, ekmeksizliği, pazarlık yapmayı öğrendiğim bana en güzel dostlarımı sunan o şehirde. evet trabzon ailem benim, genetiğim, ruhum, duruşum ama gençliğim sende ankara. belki yine bu psikoloji ile yani yine özlediğimden ya da başkacası ile o günün sabahı sakarya'ya ters istikamette olan ankara tarafına 191 km yol aldım bolu'dan.
ankara'ya vardığımda zaman, buluşma saatini on beş dakika geçiyordu. maalesef... ama beklenilen tek kişi değilse önemi yoktu yarım saatin ki kalabalık buluşmalarda bazen bir koca saat bile gözden çıkarılabilir. bir otobüs dolusu bordo mavili, ankara otobüs terminalinin tam karşısında sarılıp kucaklaşıyor, hasret gideriyordu bir düğün coşkusunda. ufak ufak ısınma tezahüratları, memleketten en taze hikayeler, acıkanlarm atıştırma kaçamakları, fiyakalı duruşlar, sigara otlakçılarının kurumayan huyları, vize-final muhabbetleri, gelemeyenlere telefon ile ulaşma çabaları ve yoğun liste çalışmaları, otobüsün düğün arabası tadında süslenmesi, oldular, olmadılar... az sonra yola çıkılacak... en güzel olan ise her şeye ve tüm azınlığımıza rağmen ortalama yirmi araçtan birinin kornaya basarak tüm güleçliği, samimiyetiyle, gördüğü bordo mavi kalabalığa el sallamasıdır, gurbet buluşmalarında. her seferinde ve hiçbiri kendini ifade edemez, aracın içinde anlamsız hareketler yapar, çırpınır ve yoluna devam eder. ama anlarız biz onu! hey gidi karadeniz doldi da taşamayi...
ayrılırken bir yerden, dostlarımızdan, yakınlarımızdan acır yüreğimiz, burkulur ve arkada bıraktıklarımız zihnimizi meşgul eder. bir sonrasını düşünmeyiz. ama her ayrılmanın sonunda bir buluşma vardır. bizi bekleyenlerle buluşma, kucaklaşma. acımızı alır, ilaç olur yüreğimize bu buluşmalar. ne zaman uzakta olsam evimden, sevdiklerimden -yaralı gezerken yani- ve bordo mavi formalı birini görsem ilaç olur ruhuma. tanışmasam ve sadece uzaktan baksam bile ısıtır bedenimi. ve nerde bir trabzonsporlu ile tanışsam yaşım kadar onu tanıyormuşum gibi gelir. belki hep aynı tarafta olduğumuzdan, hep aynı kaleyi koruduğumuzdan ve aynı kaleye gol atmaya çalıştığımızdan. attığımız her gole aynılarımızın sevinmesinden ve kalemize giren her top sonrası aynılarımızın üzülmesinden. adaletsizliklere, haksızlıklara karşı birlikte karşı duruşumuzdan. onurlu. evet, aslında görünmeyen, farkında olmadığımız ama gerçek olan inanılmaz bir birliktelik söz konusu. sevinçlerimiz ve üzünçlerimiz hep aynı. haftaya isyankar ya da mutlu başlıyoruz. her yıl aynı umuda aynı kişiler kalkıyoruz. yani aslında yaşamımız, hayata bakışımız, beklentilerimiz aynı. düşlerimiz... bordo mavi formalıları yıllardır tanıyormuşuz hissi uyandıran yüreğimizde, bunlar olsa gerek. kucaklaşmak, dertleşmek isteği veren de.
it gibi saldıran, kulaklarımızı ısıran soğuğu hissetmiyorduk. hep birlikte şarkılar söyledik. hepimizin ortak arkadaşı, trabzonspor'umuza. söylerken kendimizden geçtiğimiz tüm şarkılar ona yazılmış olanlarıdır. bu şehir seninle yatıp kalkıyor / 20 yıldır senden tek şey istiyor / bordoyla mavi kefenim olsun / trabzon'um bu sene şampiyon olsun... deli gibi söyledik tüm tezahüratları, omuz omuza, güç alarak birbirimizden ve güç verircesine.
uşaklar etmayın belki da kördur...
otobüsümüz bizden. yani tam bir deplasman otobüsü. deplasman otobüsü nasıl olur demeyin. her an saldırıya uğraması muhtemel olduğu düşünüldüğü için elden çıkarılmış havası olan, yürüyen araç. bindik. tezahürat yaparken ısınmıştık ama otobüse biner binmez yine üşümeye başladık. otobüs buz gibi. koltuklar ikişerli olduğu için en fazla bir kişiye sarılabilirsin. yani ısınma ihtimalin düşük. iki çare var. ya otobüsün ısınma sistemini harekete geçireceğiz, ki böyle bir sistem yok, ya da hemen bordo mavili tezahüratlara başlayacağız. biz de ikinci olanı yaptık. en azından tezahürat yaparken kendimizden geçiyoruz ve soğuğu biraz olsun unutuyoruz. otobandan gidiyoruz, sakaryalı tatanga kardeşlerin diyarına. takımımızın son şampiyonluk kutlamalarına katılmış, emektar, cici! otobüsümüzle. her yer kar ve beyaz. atmosfer coşkulu, manzara etkileyici. son model bir yolcu otobüsünü sollamaya çalışıyor bizimki. bu kez tezahüratlarımız şoföre yöneliyor ve emektar otobüsümüze. yandaki otobüste hiç kıpırdamadan duran ve güneş gözlüğü takan bir yolcu, bizim arkadaşların dikkatini çekiyor. kış günü güneş gözlüğü taktığı için bizim uşaklar bir güzel dalgasını geçiyorlar, yan otobüsteki yolcuyla. el kol hareketleri yaparak dikkatini çekmeye çalışıyorlar. ne var ki yolcu hiç oralı değil. ilgilenmiyor bizimkilerle. sonra bir arkadaşımız, "uşaklar belki da kördür." deyince otobüste buz gibi bir hava esiyor. aslında otobüste zaten buz tadında bir hava mevcut. bu da tuzu biberi oluyor. utanıyoruz. bu arada bizim emektar hala yandaki otobüsü sollamaya çalışıyor ve tam sollamak üzereyken uşaklardan biri lafı patlatıyor, "ula şoför da mi kör?" deyip yan otobüsün şoförünün de güneş gözlüğü taktığını bize göstermeye çalışıyor, tüm muzipliğiyle... kopuyoruz. bu arada komşu otobüsün şoförünün motivasyonu bozuluyor ve bizim emektar, alıyor fiyakasını conconun... sonra içimizden aklı başında bir arkadaşımız gayet ciddi bir şekilde karlı günlerde neden güneş gözlüğü takıldığı hakkında bilgi veriyor. olayı tatlıya bağlıyoruz.
otobüste sürekli bir yer değiştirme durumu mevcut. hareketlilik, yerinde duramama, kabına sığmama... aslında hayatımızın özeti bir durum. ruhumuz agresif, içimiz kıpır kıpır, heyecanımız hiç eksilmiyor, aksine yaklaştıkça artıyor sakarya'ya. ilk ve son molamızı bolu'da veriyoruz. mola yerinde arkadaşların muziplikleri devam ediyor. tuvalette arkadaşlardan biri, önce bize göz kırptı sonra kendinden başka her şeye benzeyen çöp kutusunun yanında durarak gayet ciddi bir tonda "uşaklar haburaya işeyruk değil mi?" deyince o sırada orada bulunan bizimle ilgisiz ama arkadaşımızın sözüne inanmış bir ağabey gayet ciddi bir şekilde pisuvarları göstererek "şunlara işiyorsunuz arkadaşlar." deyince biz yine uçuyoruz. gel de kopma...
dışarıda lapa lapa yağan kar, önümüzde sıcak çaylarımız, bordo mavi canlar dağılmış dört bir yana, bir grup kartopu oynuyor güleç, kardeşçe, midesi daha büyük olan arkadaşlarımız yemek kuyruğunda, sıkıntılı, darda, bazıları yumulmuş kaloriferin dibine serenat yapıyor, emektar otobüsümüz tüm sempatikliği ile gülümsüyor bize, mutluyuz. ama hepimizin bilinçaltında kolbastı var. herkes iç sıkıntılarını giderse ve toplansak ve vursak külbastının gözüne diyor gaipten bir ses. toplanıyoruz elbette ve coşuyoruz en az bizim kadar trabzonsporlu kolbastımızla. oyunların en delisi, coşkulusudur kolbastı. dik, agresif ve kabına sığmayan bir oyun. aslında bu oyunun bir yarısında biz varız, bir yarısında karadeniz var.
emektar otobüsümüze tek tek selam verip tekrar yola koyulduk. yaklaştıkça sakarya'ya, içimizdeki heyecan dalga dalga kabarıyor, üzerimize geliyor. kartopu savaşı, kolbastı, yol, hiçbiri kar etmiyor. kalp atışlarımız hızlanıyor, coşkumuz, enerjimiz artıyordu. teknik direktör edasıyla takımımızın kadrosunu hazırlıyor, oyun sistemi üzerine çalışmalarımızı maç saati yaklaştıkça yoğunlaştırıyorduk. takımımızın destansı tarihi hakkında büyüklerimizden öğrendiklerimizi, daha genç arkadaşlara da anlatıyorduk. bir arkadaşımızın anlattığı trabzonspor fıkrası aslında gerçeğidir yaşadıklarımızın fıkramızdaki temel, trabzonspor demek. temel trabzon'da yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğar. zor koşullar altında eğitim hayatını sürdürür. görgülü, saygılı bir çocuk olan temel, trabzon'da, anne-babası ve tüm çevresi tarafından sevilmekte, el üstünde tutulmaktadır. zeki ve oldukça başarılı bir öğrencidir, temel. üniversiteyi kazanır. ekonomik sıkıntıları olmasına rağmen okulunu derece yaparak bitirir ve iş hayatına da atılarak kendini geliştirir, yükselir. siyasete de atılır. devlet bakanı olur. ülkesine içeride ve dışarıda hizmet etmeye çalışır. çok başarılı projelere imza atar ama her nedense medyaya bir türlü kendisini sevdiremez, istanbul medyası sürekli kendisini kötü yönde eleştirir, kendisine kaba davranır, hak ettiği değeri vermez. temel kendisine haksızlık yapıldığını düşünür. bir gün basın toplantısı düzenler ve der ki: "yarın istanbul boğazını karşıdan karşıya deniz üzerinden yürüyerek geçeceğim" medyayı da davet eder. medyanın ağzı kulaklarına varır. temeli rezil edebilecek bir fırsat sonunda ellerine geçmiştir. temel ertesi gün tüm medyanın önünde istanbul boğazı'nı karşıdan karşıya deniz üzerinden yürüyerek geçer. bu bir mucizedir. destandır. olağanüstü bir başarıdır. temel ve tüm trabzon böyle düşünmektedir. hatta anadolu'nun hemen her yerinde temel'e verilen destek çığ gibi büyümektedir.
ancak istanbul medyasının ertesi gün attığı manşet aynen şöyledir: "temel yüzme bilmiyor!" trabzonspor'umuzun başarılarını yıllardır görmezden gelen bir medya ile karşı karşıya kaldık maalesef. ama yine de kendimize olan güvenimizden hiçbir şey kaybetmediğimizi, kavgamızı sürdüreceğimizi, direneceğimizi genç arkadaşlarımıza o gün yeniden anlattık. ruhları inatçı, gözleri hırslı, duruşları asi bordo mavi yürekler yeni destanların peşinde olduklarını gösteriyorlardı. karşılıksız sevgilerine yeniden bağlılık yemini ederek... bu sevda sağlam... bu sevda bitmez... bu sevda öte...
yağmur mavi yağacak...
sakarya'ya vardık. karla karışık yağmur var, rüzgarı da cabası. istanbul'dan gelen dostlarla buluştuk, kucaklaştık. yine iyi organize gelmişler. stada girebilmek için kuyruğa girdik; ama kuyruk bittiğinde kuyruk sokumumuza kadar her yerimiz ıslanmıştı. misafir takımın yeri olan kale arkasında yerimizi aldık. sakaryaspor taraftarının olduğu tribünün üzeri kapalı, manzara o biçim, altlar kuruyani. ama biz hissetmiyoruz. hiçbir şey hissetmiyoruz. ayaklarımızı, parmaklarımızı, burnumuzu hissetmiyoruz. bedenimiz yok. bağıramıyor, zıplayamıyoruz. ama içimiz volkan, taştı taşacak...
çünkü az sonra trabzonspor'umuz sahaya çıkacak. soyunma odasında son hazırlıklar yapılıyor. aslında bizi en az 61. dakikalar kadar heyecanlandıran, trabzonspor'umuzun sahaya ilk çıkışıdır. on bir bordo mavi formanın orta sahaya koşup taraftara selam verdiği andır. o an, iki sevgilinin kavuşma, hasret giderme anıdır. hüzünle gülümsediğimiz ve ağlamaklı olduğumuz an... ve çıkıyorlar sahaya. geçiyoruz yine kendimizden. yaşadıklarımız, kelimelerle anlatılabileceklerin dışında.
halbuki sıradan bir maç. her hafta oynananlardan. ama biz her seferinde aynı coşkuyu, aynı heyecanı iliklerimize kadar hissediyoruz.
belki tedavi görmeliyiz. tüm trabzonsporlular için bordo mavi boyalı kocaman bir ruh sağlığı hastanesi talep etmeliyiz. ama yok, biz yaşamazsak bu coşkuyu ve geçmezsek kendimizden işte o zaman sıradan oluruz. sıradan olmak ise aykırı gelir bize. karakterimize... biz ki bazen kendi yetersizliklerimiz bazense uğradığımız haksızlıklar yüzünden yıllardır şampiyon olamayan bir takımın taraftarları olarak; yaşadığımız her türlü travmalara rağmen, her daim büyütebiliyorsak düşlerimizi, kabullenmiyorsak yenilgileri ve her şeye rağmen direnerek kalkabiliyorsak ayağa elbette sıradan değiliz.
kar ve onunla karışık gelen yağmur sakaryasporlu taraftarların olduğu tribünün çatısında kalıyordu. ne büyük bir müreffeh, ulaşılamaz bir güzellik, gözümüzde!. bizler ise 90 dakika boyunca yağmur, kar ve rüzgar üçlüsünden yediğimiz hücumları son gücümüzle savuşturmaya çalışıyorduk. tatangalar hiç ıslanmamışlar di. bizse donumuza kadar ıslanmıştık. karnımız ağrıyor, burnumuz akıyor, parmaklarımızı birleştiremiyorduk, yapış yapıştık, sadece gözlerimizde sorun yoktu. ama yine de mutluyduk. en azından 89. dakikaya kadar. önce soğuğu yedik, sonra karı, sonra yağmuru, sonra hepsini ve en sonunda da golü. ve maç 1-0 bitti. son iki haftada olduğu gibi yine yenilmiştik. ama sadece sahada bulunan 11 kişi, sadece o gün için yenilmişti. bunu en iyi biz biliyorduk. haftaya ya da seneye yeniden oynayabiliriz her takımla, en küçüğünden, en büyüğüne.
maçın bitiminde iki takım taraftarları arasında yaşananlar ise her daim görmek ve yaşamak istediklerimizden.
sakaryasporlu dostlar ile karşılıklı ve birlikte yaptığımız önce "yeşil-siyah sakarya" sonra "bordo-mavi trabzon" tezahüratları içimizi ısıttı biraz. o gün, her şeyi yemiştik; ama hiç kin gütmemiştik.
yola çıktık. gecenin bir yarısı dayandık bolu dağına. "yorgunuz, yol ver." dedik; ama vermedi. "iki saat bekleyeceksiniz." dedi. hala geçmemiş sinirim, yazacağım. bu bolu dağının var ya egosu gereksiz yüklü, karakteri kaba, yüzü donuk, vicdanı diptir. bilginiz olsun. bu arada bizleri de tanımıyor. iki saat bekletecekmiş! biz ki yirmi beş yıl bekledik. yine bekleriz. bıkmadan, bırakmadan, son nefese... onun ve onun gibilerin de bilgisi olsun.
mağlubiyet sonrası deplasmandan dönmenin psikolojisi ağırdır. bedenimiz ıslak ve yorgun; ama ruhumuz yine çocuktu. son gücümüzle şarkılar söyledik yine trabzonsporumuza. habu akan dereler / denizlera dolacak / söylesana sevduğum / sonumuz ne olacak diye. kazım da eşlik etti bize ara ara. teşekkür ettik birlikte dünyaya. .. trabzonspor'umuza...
81 il var ülkemde ve biri hariç hepsi şampiyonluğu kutluyor sokaklarında her yıl. bizim mahalle bekliyor, bizim sokaklar, bizim uşaklar. o kupayı hasretle, özlemle bekliyor. rica ederim, sıkılmadık, bıkmadık çünkü hasret arttıkça, özlem, kavuşmalar daha öte olur biliyoruz. sizlere bir sır daha vereyim. biz, yani bordo mavi yürekler bir gün yeniden şampiyonluğun öyküsünü yazacağız. en ötesini yaşayacağız kavuşmaların o gün. karadeniz taşacak, toprak bordo kokacak, yağmur mavi yağacak, tulum ağlayacak...