ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
futbol her zaman coşku ve zafer demek değildir. hüzünler de karışır bazen işin içine. bu hüzne bir de çocuk yüreğinin hassasiyeti eklenirse, dokunaklı tablolar oluşur. çocuklarımız, onlar bizden daha tutkuludurlar trabzonspor 'a... ömer faruk yılmaz'ın kaleminden, taş ile değil soğan ile kırılan kahve camının hikâyesini okuyalım.
taş ile değil, soğanla kırılan kahve camı...
servis camlarından sarkıp yoldan geçenlere takımlarını sorardık arkadaşlarla, herkes kendi takım taraftarlarını sayardı. ben hiç birinci olamamıştım. koca istanbul'da rastlayamıyordum bir türlü trabzonsporlu'ya...
- abiii hangi takımlısın?
- cimbom
- tüüüü! yuuuu...
- abi hangi takımlısın?
- trabzonspor.
- çak abi çak!..
birçok kez servis şoförümüz hüseyin abiden azar yerdim düşücem diye ama yuu dediğimiz insanların servisin peşinden koşmalarıydı asıl sebep aslında. "benim başımı belaya sokmayın oğlum" derdi.
gene o gün, gene o yıl... 96... akşam olmuş. vanspor'a yenildiğimiz maç sonrası fener maçımız var. ben ödevlerimi yapıyorum. dedem ise fenerbahçeliydi bu arada. çok kavga ederdik onunla bu sebepten dolayı. maç saatinden önce dedem namaza gidecekti ve muhabbetimizde bugün fener'in trabzonspor'u yeneceğini söylemişti.
ben anneme yalvarıyorum:
- anne ne olur dedemi camiye gönderme. o dua eder şimdi orada, yeniliriz.
tabi dedem camiye gidiyor, oradan da maçı izlemeye, ben ise televizyonların sağ üst köşesinden takip ediyorum sevdamın maçını...
trabzonspor golü atınca balkonumuzun karşısındaki kahveye çıkıp bağırıyorum var gücümle, oradakilerin morallerini daha fazla bozuyorum kendimce, içimdeki hıncı, hırsı dışarı vuruyorum belki de...
ama o dünyanın en zehirli golleri geldikçe ben çöküyorum, sevdam 10 yıl geri gitmeye başlıyor. maçın şampiyonluk maçı olduğunu bilmiyorum ama durdurmalıyım.
engellemem lazım yenilgiyi...
ve son düdük çaldığında kahvede bir sevinç var, yediremiyorum kendime çıkıyorum balkona avazım çıktığı kadar bağırıyorum. olmuyor. etkili bir şeyler yapmam lazım. gözüm köyden gelmiş patates ve soğan çuvallarına ilişiyor. seçtiğim soğan ve patatesleri fırlatıyorum var gücümle ama olmuyor. yetişmiyor. son bir gayretle bir soğan daha fırlatıyorum kahveye doğru. tek isteğim orda sevinenlerden birinin kafasına gelsin o sebze.
ama hedefi tam 12'den değil de 61' den vuruyorum. kahvenin büyük camı, çok kesici bir sesle çöküyor. kahvede muazzam bir sessizlik. bense balkonun demirlerinin altından yaptığım işin şokunu atmaya çalışıyorum. ve meraklı gözlerle de izliyorum. ağlamak geliyor içimden ama o kadar adrenalin dolmuşum ki bekliyorum balkonda...
kahvedekiler sevinmeyi bırakıyor, şüpheli gözlerle etraflarına bakıyorlar. artık sevinme yok. görevimi çok iyi bir şekilde yerine getirdim fakat içim içimi yiyor. şimdi ne olacak???
tam bu arada valide hanım balkondan içeri giriyor. bakışlarımdaki suçluluğu hissediyor. ve aşağı bakıyor, aşağıda büyük sessiz bir kalabalık...
- ömer ne yaptın? - bişe yapmadım anne... - aşağıda ne olmuş? - bilmiyorum.
sabah erken saatler babam anlatıyor:
- dün kahvenin camını indirmiş bizimkiler kaşla göz arasında maç sonrası, sen bişe duydun mu hanım?
- yok duymadım. ama gördüm akşam. baya bi kalabalıktı orası. silahla mı indirmişler?
- yok soğanla.
ben bu arada gömülüyorum masanın içine. çöktükçe çöküyorum. annem anlıyor tabi. ağzımdan lafı balla alıp, sopayla sokuyorlar. babam da gidip kahveciyle konuşuyor bole bole olmuş diye, helalleşiyorlar.
servisteyiz... - abi hangi takımlısın? - boşver be abisi... - anladım ben abi, anladım....