dün gece milhatpaşa stadında bir fenerbahçe - galatasaray maçı vardı. ama bu maçta fenerbahçe’nin karşısında bir galatasaray yoktu sanki...
tribünleri dolduran onbinler öylesine şaşırmıştı ki... en iyimserleri dahi «sarı - lâciverttiler ısınmak için kendi kendilerine top koşturuyorlar. şimdi galatasaray da çıkar ve maç başlar» diye düşünebilirdi ancak... fenerbahçe oynuyor, galatasaray seyrediyordu. hem de dakikalarca.. işte sağdan bir akın... bir de soldan... birol’un şutu... şenol’un vuruşu... ziya’nın pası... şeref'in atağı... yaşar'ın dalışı.. aydın'ın akışı... ya neredeydi ayhan'lar, ergün'ler, tarık’lar? hiç biri görünmüyordu ortalarda... görülen, sadece sarı - lâcivert formalılardı. ve her an gol bekleniyordu bu formayı taşıyanlardan...
beklenen gol de gecikmedi: 11. dakikada yaşar'la aydın'ın paslaşarak inişini naci kornerle kesmiş, gene ayni fenerbahçeliler paslaşarak korneri kale önüne göndermişlerdi. şenol, meşin yuvarlağa bir anda hâkim oluyor, yakından şutunu çekiyor, ama kale içindeki tarık, çizgiyi geçen topu tekrar dışarı çıkarıyordu. «gol» ü. yan hakem doğan babacan, hakem talu'dan daha önce görecek, ortaya yürümek ve «gol» işaretini belirtmekle, hakemi de muhtemel bir hatâdan kurtaracaktı.
fenerbahçe golü atmıştı ama, oynadığı oyuna, hele sahada kurduğu üstünlüğe göre, yeni sayılan bu ilkine eklemesi gerekti. galatasaraylılar kadere boyun eğmiş bir hava içinde, değerlenebilecek pozisyonlara dahi koşmuyor. evet, evet, sanki onlar da sarı - lâcivertlilerin ikinci, üçüncü golleri ne zaman atacağını bekliyorlardı. herhalde maç 1-0 biterken, fenerbahçeliler galibiyet sevincinden çok farkı kaçırmanın üzüntüsünü duyacak, sarı - kırmızılılar da yenilme kederini hezimetten kurtulma tesellisiyle denkleştireceklerdi.
fenerbahçenin bunaltıcı baskısı altında geçen ilk yarıda galatasarayın ümitlendiği anlar. yılmaz'ın güzel kornerinde ali'nin yumrukladığı topu ismet'in kaleye atamadığı 14. dakika ile ergün’ün uzaktan sıkı şutunu ali’nin kornere çeldiği 16. dakikadan ibaretti. galatasaray, bu devrede turan'ın yerine aldığı kadri'den başka değişiklik yapmamıştı. fenerbahçe ise, ikinci yarıya ali, özcan ve birol’un yerlerine aldığı hâzım, osman ve ali ihsan'la başlayacaktı. bu devre de sarı - lâcivert akınlarıyla açılmıştı. işte a. ihsan’ın ileri pasıyla dalan yaşar gole gidiyor, ama şutunu isabetsiz çekiyordu. ardından ogün’ün kafa vuruşu direği yalıyordu. goller goller kaçıyor, kaçıyordu. ve bütün bunlar, hâlâ gayrete getirmiyordu galatasarayı... nitekim 53. dakikada forvetin tek görünen adamı yılmaz'ın, şükrü ile hâzım arasından yakaladığı topu boş kaleye havalesinde, yetişip de golü ağlara yuvarlayacak tek sarı - kırmızı formalı çıkmıyordu.
buna karşı top bir kere daha galatasaray filelerini bulmuştu: aydın’ın düzgün kornerini yaşar nefis kafayla kaleye atıyor, fakat hakem favl tesbit ettiğinden sayıyı muteber addetmiyordu. az sonra şenol'un yerine giren bülent solbeke geçecek. şükrü de solaçıkta rakip defansı zorlamağa gidecekti. bundan sonrasında hatırdan çıkmayacak an, ali ihsan'ın âni olduğu kadar fevkalâde şutunu, bülent’in ayni mükemmellikte bir plonjonla kurtardığı 79. dakikaydı. bir de ayhan'ın pek müsait pozisyonda daldığı topu kale yerine taç çizgisine doğru nişanladığı 82. dakika... bu. galatasarayın biraz biraz parlamağa başladığı sonlardı. ancak fenerbahçenin rahat, özellikle müdafaada sağlam oyunu, kalesinde açık vermeyecek ve maç 1-0 kapanacaktı. sarı - lâcivertliler, alkışlanacak güzellikte futbol göstermiş, şöhretli rakiplerini yenmişlerdi. ama bu oyunlarının gerçek karşılığını sayı tabelâsına geçiremedikleri de şüphe götürmezdi.