vahap futbole ilkokul sıralarında başlamış, arada osmanlı devlet demiryolları takımında oynamıştı. 1924'de altay'a girdi. dört yıl sonra istanbul’a geldi ve bir sezon beşiktaş'ta yer aldı. fransa'dan ilk dönüşünden sonra gene altay formsasını giymiş, ama 1935'de «profesyonel olduğu öne sürülerek resmi maçlarda oynamasına izin verilmemişti. sonraları bu müsaade çıktı. vahap, paris'ten ikinci dönüşünde ankaragücü'ne girdi ve bir mevsimden fazla oynadı. daha sonra güneş'e geldi. 1945-46 mevsiminde de türkiye'de ilk profesyonel kulübü kurmağa teşebbüs etti. fakat teşkilat izin vermeyince, teşebbüs suya düşüverdi.
* * *
vahap öldüğünde yayınlanan bâzı biyografilerinde «beyrut'ta doğduğu» bildiriliyordu. oysa özaltay 1906‘da istanbul'da akaretlerde doğmuştu. ama «beyrut» sözü de pek asılsız değildi. kardeşi saim'in açıkladığına göre, «beyrut» meselesi 1928‘de altay’ın bir yunanistan seyahati vesilesiyle ortaya çıkmıştı. askerlik durumu dolayısıyla yurt dışına çıkmasına engel doğunca, «doğum yeri: beyrut» formülü bulunmuş ve pasaportu alıp maça gitmek uğruna istanbullu vahap beyrut'lu oluvermişti.
* * *
vahap, bilbao'ya karşı maçında bir ara ispanyol santrhafının kilotunun arka cebinden bir mendil sarktığını görmüştü. çok geçmeden mendilin yere düştüğü de, gene vahap'ın gözüne çarptı. top uzakta olduğundan hemen eğildi ve mendili alıp «senyorita» diyerek ispanyol futbolcusuna uzattı. ispanyol mendili hırsla çekmiş, bir yandan da vahap’ın yüzüne sert sert bakmıştı.
özaltay yıllar sonra bu hâtırasını naklederken, «ispanya'da erkeğe senyor dendiğini bilimiyor değildim. ama maç heyecanı içinde rakibini kadın yerine koymuştum» diyordu.
* * *
bir de paris'in colombes stadı'nda manchester city takımına karşı oynarken, ünlü ingiliz futbolcusu brook'la mücadelesi vardı vahap'ın. «müthiş bir oyuncu» diye anlatacaktı sonradan, «bizim kaleciden gelen toplara beraber çıkıyorduk, ama birini bile alamıyordum. halbuki kafa vuruşlarıma da güvenirdim. brook'un sıçradığı her topu alması, beni iyice kamçılamıştı. ne yapıp yapıp almalıydım topu. belki sekiz, dokuz defa kaptırdıktan sonra, top gene ikimizin bulunduğu yana geldi. müthiş hızla sıçradım. topa yapıştırdım kafayı. kazanmıştım. arkadaşlarımın önüne düşen düşen top, nihayet brookl'u alt ettiğimi gösteriyordu. sevinçle döndüm: «ne haber?» demeye hazırlanıyordum. bir de ne görsem: brook oturmuş, ayakkabısının çözülen bağını bağlıyor!.. meğer ben yalnız sıçradığım için alabilmişim topu...»