ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
arslan kardeşimizin dediği gibi kalbiyle topun içinde kaleye doğru ilerlemektir. letonya takımını avni aker'in çimlerine gömerken, topun içine kalbimizi koyuşumuzun hikayesidir...
ben ve kalbim topun içindeydik
tanışıklığımın fazlaca olduğu koltuklardan birine gülümseyerek oturdum. heyecandan mı yoksa özlemden mi bilinmez, saatler geçmek bilmiyordu. bilinen ya da görülen ve izlenen maç izlemek isteyenlerin yüzünde okunan umutlu bekleyişti.
letonya'nın skonto riga takımı ile birlikte bordo mavili ekibimiz de sahanın kendine ayrılan bölümlerinde ısınıyorlardı. no kadar kendini özlettiren bir tablo. skonto riga ile ilk maçta berabere kalmıştık ve kendi evimizdeki bu maçta gollerle süslü bir galibiyet bekliyorduk.
ilk yarının golsüzlüğünden sonra devre arası coşkusuzluğu üzerimize sinmişti. ancak ikinci yarının başlama düdüğüyle beraber coşkulu tezahüratlara yeniden ağırlık vermiştik. söz birliğiyle formaları çıkartarak göğsümüzden, yeni bir görsel şova sürüklemek istedik bu arada stadı. çoğunun ayak uydurmasıyla eğlenerek, gülerek, bağırarak girdik ikinci yarıya.
deniz tarafı kale arkasının, maraton tribüne yakın bir yerinde konuşlanmıştım. ikinci yarıda da bordo mavili takımımız deniz taralı olarak tabir edilen kaleyi savunuyordu. derken bir ters top atıldı yarı sahamıza. kısa boylu, sarışın ve de iyi koşan forvet koştu, buluştu futbol topuyla. kendisini engellemek isteyen kalecimiz petkoviç'in yanından topu yuvarladı.
heyhat! top yuvarlanıyordu, kaleye doğru. kalbimin orta yerine yönelen kurşunun gelişi gibi geliyordu. top yuvarlandı, kalp spazmı. top yuvarlanmaya devam etti, ateş ve korku ve de ter. top hala yuvarlanıyor, damarların tıkanışı.
zamanın durduğu adeta buza konulduğu bu anlarda trabzonsporluluğumu anladım yeniden. ben ve kalbim topun içindeydik. topun yanmdaydık, kale direğinin dibinde ve kalecimizin gözlerindeydik. izlemiyordum, yaşıyordum. izleyemiyordum, ölüyordum.
derken, direk. top direkten döndü, ben de büyük bir şoktan. hayde, hızlıca toparlanıp, tekrar coşkuya ayak uydurmaya.
gözlerimin önünden kahramanlarım tören geçişlerine başladılar bu anda.
eniştem; saçı, sakalı dağılmış. tüm heyecanıyla gömleği paramparça, gömlek düğmeleri sökülmüş, sesi kısık ama "tirabzon, tirabzon" diye bağıran eniştem. karşılıksız bir sevgiyle. çocuklar gibi sevinen, hırçın, çokça stadyumda ceketini yitiren eniştem. yerinde duramayan, ateşli bir trabzonsporluluk.
gol: yattara 1-0
derken annem geldi gözlerimin önüne. sakin, ağzında dualarla, maça kulak kesilen annem. sade ve temiz ve "hay de uşaklar, hay de da". inanca dayalı, saf trabzonsporluluk.
gol: mehmet yılmaz 2-0
babam, ağır, düşünceli ve kasvetli. oyunu okuyan, okuyan babam. taktisyenlerin en sağlamlarından. susan, takip eden, takip eden, susan. yenilende de, atılanda da sakin kalabilen babam. şakaklarına parmağını değdirerek "futbol, burayla oynanır, sadece ayakla değil" diyen babam.
yayla takımlarımızın kaptanı, yayla takımlarımızın seyircisi babam. futbolu da sakindi, trabzonsporluluğu da.
gol: fatih tekke 3-0
maçı aldık. coşkulu maçlarla ve daha büyük hedeflerle süsledik zaferimizi kahramanlarımdan payelerle yükselerek ve hepsinden başka şeyler katarak yürüdüm yoluma. yürümekteyim yolumda. yürüyeceğim yolumda.
salt bir futbol takımı değil trabzonspor'um.
bir duruşun, başkaldırışın, sevinci yaşamanın, hüznü paylaşmanın, bitmedi daha demenin, kültürle yoğurumu.