bir haftalık nadasın ardından, tanıl abilerdeki tribünümüze kurulup laklak ederken, aklımızda iki hafta önceki kasımpaşa maçındaki bol pozisyonlu ve iştahlı oyunumuz vardı.
maçın ilk dakikalarında alkaralar’ın paslı ve arzulu oyunları bizleri iştahlandırmıştı. son iki haftadır takımın oyun yapısı pozitif anlamda değişmeye başlamıştı. bir yandan rakibe ileride toplu olarak baskı uyguluyorduk, bir yandan da topu daha fazla ayakta tutup, daha sık paslaşarak, daha olgun ve varyasyonlu ataklar geliştiriyorduk. oysa daha önce baskıyı sadece kendi ceza sahamızın yakın bölgesinde yapıp, atakları sürekli aynı ve genelde tek kanattan geliştiriyorduk. elbette bu paslı ve bol varyasyonlu oyunun en büyük sebebi, tomic, mervan ve guido’nun formlarını yükseltmeleri ve irfan’ın onlara çok iyi eşlik etmesiydi.
tanıl abi irfan’ın ilk kez ekrana geldiği anda heyecala, “sakallarını mı kesmiş o?” diye sordu. evet, gerçekten de bıyığını ve sakalını kesmişti. hafta içi cavcav’ın, “sakallı futbolcu mu olur!” çıkışının akabinde tüm futbolcular parlamış bir şekilde sahadaydılar!
bu “gereksiz” muhabbeti stancu - guido - stancu paslaşmasının ardından stancu’nun kafa golü sonlandırdı. geçen hafta “keşke gol atsa” dediğimiz stancu geri dönmüştü. bu golden önce doğa - stancu paslaşması sonucu romen oyuncunun kaleciyi çalımlayıp kaleye gönderdiği topu defansın çıkartması ve mervan’ın guido’ya çıkarttığı nefis pasın ardından gelen şutu kalecinin çıkartması golün habercisi olmuştu. elbette golden hemen önce akpala’nın bomboş pozisyonda kaleye gönderdiği şutu dahlin’in kurtardığını da not düşmek gerek.
golden sonra biraz geri çekilerek rahat bir maç çıkartıyorduk. karabükspor’un etkili bir oyun ortaya koyamaması da işimize geliyordu. derken hiç pozisyon yokken, akpala’nın ortasında ahmet’in kapalı koluna çarpan topa cüneyt çakır’ın penaltı kararı vermesi ve skorun dengelenmesi tüm morallerimizi altüst etti. (aklıma geçen sezon kadıköy’de ante’nin omzuna çarpan topa penaltı kararı veren cüneyt çakır geldi. http://www.mehmetalicetin...ginden-6-temiz-puan-aldi/)
beraberlik golünün ardından kısa bir süre bocalasak da guido’nun sol kanattan uzak köşeye doğru yaptığı güzel ortaya stancu’nun ikinci golü filelere göndermesi ile penaltı kararını unutup moralleniyorduk.
ikinci yarı bambaşka bir gençlerbirliği vardı sahada. üstteki övgü sözlerini hak etmeyen, top yapamayan, sadece savunma yapan bir gençlerbirliği. bu sırada karabük de doğru dürüst organizasyonlar yapamadığı için maç tıngır mıngır devam ediyordu. derken, arjantinli viola’nın yaklaşık 25 metreden attığı füze ile maça bir kere daha denge geldi. bir çuval incir berbat olmuştu.
mervan’ın yerine petrovic ve guido’nun yerine artun’un oyuna dâhil olması gidişatı değiştirmeye yetmedi. çünkü ilk yarıdaki hızlı oyunun mimarı olan iki oyuncu kenara gelirken, (petrovic’in 2 kere tomic’e uzun pas göndermesini bir kenara koyarsak) oyunu yavaşlatan iki oyuncuyu sahaya sürmüştük.
son bölümde hikmet’in bomboş pozisyonda kafa vuramayışı ile maç beraberlikle sonlandı.
ilk haftalardaki performansı ve golleriyle bizleri ayağa kaldıran berat’ın bir anda kadroya bile girmemesi ve hem ofansif hem de defansif olarak ondan daha yavaş olan artun’un forma şansı bulması oldukça enteresan. belli ki, artun kazanılmaya çalışılıyor ama umarım bu sırada berat’ı kaybetmeyiz.
bugün oldukça iyi bir maç çıkaran guido’nun, ilk haftalarda uzaktan şutlar denemesi taraftarı heyecanlandırıyordu. ama oyuncunun bu özelliği haftalar ilerledikçe yok oldu. yani o da takımın şutsuzluğuna uyum sağladı!
maçtan sonra eve doğru ilerlerken kaçıncı haftada olduğumuzu ve haftaya kimle oynayacağımızı düşündüm. o an, passolig nedeniyle sürekli ve sadece televizyonda maç izlemenin, tribünde maç izlemeye alışkın bünyemi çok kötü etkilediğini fark ettim. çünkü 10. haftaya gelmemize rağmen hala kendimi dışarıda hissediyordum. sanki gençlerbirliği 10 maçtır, uzak bir şehirde sezon öncesi hazırlık maçları oynuyordu!