viyana’ya dönerken hem memnunum, hem üzgün... memnun olmam için sebepler çok... hangi futbolcu, memleketinin formasını bir kere daha giymek şerefiyle memnun olmaz? hele yurdundan uzakta, her şeyin hasreti içinde, böyle bir vazifeye çağrılmak, şereflerin olduğu kadar zevklerin de en büyüğü.. işte memnunluğum en çok bundan ileri geliyor.
sonra, vazifesini yapmak için çalışan ve rakibine hiç de boğun eğmeyen bir takımda oynadığıma memnunum. evet, bence, portekiz karşısında boyun eğmiş sayılmayız. elbette gönül isterdi ki, sahadan galibiyetle, hiç olmazsa yenilmeden ayrılmış olalım. ama şansımız yetmedi buna...
şanssızdık
memnunluğum, ay-yıldızlı takımı, bıraktığım devreden daha iyi bulmamdan da oldu. hele önümde oynayan iki genç bek arkadaşım, benim işimi kolaylaştırmak için bütün güçleriyle çalıştılar. muvaffak da oldular. sonra, eski takım arkadaşım naci’yi, o eski günlerdeki kadar canlı görmek de, beni çok memnun etti. naci, bu ismiyle formunu devam ettirirse, umarım ki, daha nice maçlarda ay-ylldızlı formayı giyer. şeref de, kaleden bile kendisini alkışlayacağım kadar başarılıydı. mustafa keza... forvetteki arkadaşlar, biraz şanslı, biraz da fırsatçı olsalar, herhalde 1-0 dan başka bir sonuçla bitirirdik maçı... ama şans ibresi, bize değil, portekizlilere dönüktü. bravo bartu'ya can'ın başarısı ise, biraz da benim başarım sayılırdı. çünkü ikimiz dışardan gelmiştik. gözler, diğer dokuz oyuncudan çok ikimizin üzerindeydi. hemen herkes «ne yapacaklar?» diye soruyor veya sorduğunu belli ediyordu. zordu işimiz. bizim yapacağımız bir hatâ, olduğundan da büyük görünecekti. maçtan sonra «gelirdik de ne oldu? yol masrafına yazık!» diyenler çıkarsa, kendi kendimizi affedemeyecektik. bu bakımdan can'ın fevkalâde futbolü ile, eusebio ve diğerlerinin tebrikini kazanması en çok beni sevindirdi. can'ı çok ilerlemiş buldum. avrupa klâsına uyduğunu gösteren hareketler yaptı.
söze başlarken, hem memnun, hem üzgün olduğumu kaydetmiştim. hakikat bu... memnun olduğum noktaların çokluğu kadar, üzüldüğüm taraflar da az değil. hepsinin başında maçı ve dünya kupasındaki şansımızı kaybetmemiş geliyor. bunun yanında, kazanabileceğimiz bir maçı kaybetmiş olmamıza çok fazla üzüldüğümü söylemek isterim. sonra da, romanya ve çekoslavakya maçlarına bu kadar azimli çıkamayız, diye düşünerek üzülüyorum.
bir başka üzüntüm, ay-yıldızlı formanın gelecek mücadelelerinde yardımcı olmama imkân bulunmayışı... 2 mayıs'ta austria’nın zorlu lig maçı var. bu sebeple bana izin vereceklerini hiç zannetmiyorum. işte bu da, beni üzen noktalar arasında büyük yer tutuyor.
şişe yağmuru
üzüldüğüm taraflar arasında, sahaya şişe atılması da var. başabaş oynadığımız bir maçta, sahada en ufak sertlikten kaçarken, daima centilmen diye bilinen seyircimizin şişeleri peşpeşe portekizlilere yağdırması, sahada aldığımız iyi notu gölgeledi. portekizliler, hele benfica dolayısiyle, futbol dünyasında iyi tanınıyor. bu şişe meselesi, aleyhimizde büyük propaganda olacak. buna ne kadar üzüldüğümü tarif edemem.
...ve yediğim gol
biliyorum, «gol» diyorsunuz hep... nasıl yedim o golü? kaleciler dünyaya sadece gol kurtarmak için değil, biraz da gol yemek için gelmişlerdir. hele eusebio’nun frikiki gibi, tutulmaz şutlarda... doğrusu göremedim topu... eusebio'nun vurmasıyla gol olması bir oldu. çimen sahada gayet iyi topa vuran eusebio’nun bu tarzda çok gol attığını biliyordum. gene de bütün gayretime rağmen kurtaramadım. işte bu da üzüldüklerimin bir başkası...
inşallah ilerde hiç üzülmeden ayrılacağımız maçlar oynamak kısmet olur. şimdilik allahaısmarladık...