* lizbon'da hem yenilmiş, hem de oynamamıştık. dün ise, yenildik fakat oynadık. portekizliler de lizbon'da hem yenmiş, hem oynamışlardı. dün ise, yendiler gene, fakat oynamadılar; bu yönden, istanbullular «eusebio ve arkadaşlarını seyretmedik» diye üzülmesinler. ankaralılar da seyredemedi bu yıldızları ağız tadıyla.* eusebio, euaebloluğunu golle biten frikiklyle gösterdi sadece. oysa bizim can, bizim eusebio'muz olduğunu, direkten dönen talihsiz frikiki dışında da mükemmel futbolü ile ispat etti. maçtan önce günlerce eusebio'dan bahsetmiştik hep. şimdi ise, belki yıllarca can'dan bahsetmek, onlara düşüyor.
* lizbon maçını gören bir çift göz olarak, portekiz milli takımını tanıyamadık dün. sönük, titrek hareketlerden öteye geçmeyen,alelâde bir takım manzarasındaki portekiz onbiri önünde, lizbon başarısızılığını fazlasıyle silen bir ay-yıldızlı takım vardı. üstelik inatçı müdafaa taktiğiyle kapanıp futbol zevkini de öldürmeyen bir takım... sonucu kenara itersek, övüneceğimiz bir maç oynadık. ama misafirlerimiz «şanlı» olduğu kadar «şanslı» idi de.
* haaa bir de hakemler vardı. var mıydı sahi? ne şam'ın şekeri, ne böyle hareketin yüzü..,. ondokozuncu yüzyıl tipi hakem triosu, avantajın suriye sınırlarından gitmediğini, hangi hareketin favl olduğunu bilmediğini hele hele taçtan, ofsayt olmayacağını öğrenmediğini, sık sık ortaya koydu. galiba günlerdir boşuna tartışmıştık. portekizlilerle «saha», «saha» diye... saha mükemmelen «nizami» idi de... «gayri nizami» olan hakemlerdi sadece...