yazık. ne beraberliği, en azından bir galibiyeti kaçırdık. hani o korktuğumuz, gözlerimizde büyüttüğümüz eusebio’lu, coluna’lı, germanolu torresli, dev portekiz takımına karşı... yenmek, işten bile değildi.
ne olmuştu milli takıma? ne olacak, can ve özcan'ın iltihakı ile bambaşka bir hava ve hüviyet kazanmıştı. aman yarabbi. can, yok mu can, hani klâsından şüphe edilen, portekiz'e karşı lizbon maçında «taktik sebebiyle yer vermedik» denilen can, klâsından şüphe edenlere dün sahada âdeta bale yaparak hakedilen cevabı verdi. ya özcan, bir panter kadar çevik, bir kedi kadar atikti. sonra, ilk defa milli takıma konan numan, son haftalarda form tutan emektar naci, eusebio’yu sahada bir gölge gibi takip eden şeref, dinamo gibi çalışan mustafa... allah var, doğrusu ay - yıldızlı formanın hakkı bu kadar verilebilirdi. eğer can'ın attığı frikikte talih bize bir parça gülmüş olsaydı... can’ın şutu direkten dönecek, ama dünya çapındaki şöhret eusebio’nun patlattığı mermi gibi şut filelerimize takılacaktı. mozambikli zenci, topu sanki kennedy’yi vuran telemetreli tüfekle kaleye göndermişti.
açıkça söyleyelim, portekiz milli takımı, lizbon'da seyrettiğimiz o şaşaalı oyunundan ancak yüzde onunu ortaya koyabildi. bu acz içinde kalış, lâlettayin bir takım hüviyetinde görünüş, daha ziyade bizim çocukların rakiplerini bozmasından ve dağılmasından ileri geliyordu. bu güzel oyuna gölge düşüren ise suriyeli hakemlerdi. portekizliler kadar bizim futbolcular da verilen acaip kararlar karşısında kendilerini zaptedemeyerek hakemi zaman zaman dut ağacı gibi salladılar. hele yan hakemin, taç atışında ofsayt bayrağını kaldırışı... f.i.f.a. her halde türkiye'yi bir bedevi kavim zannetmiş olduğu için böyle çöl hakemi göndermişti.
hâsılı iyi oynadık. milli takımımız eski hatâlarına ve aşağılık kompleksine düşmeden, açık, başabaş bir oyun gösterdi.