«can ve benim oynamam, maçı muhakkak kazanmamız manâsına alınmamalıdır...»
kıymetli sporseverler,
çok sevdiğim sizlere çok sevdiğim milliyet vasıtasiyle hitap ettiğim için memnunum. bu, belki de viyana'dan gelişimden önce son mektubum olacak ve sonrasında sizlerin aranızda bulunacağım.
bilseniz, şu anda küçük bir çocuğun bayramlık elbise giydiği heyecan ve sevinç içindeyim. ay - yıldızlı formayı bir kere daha giyebilmenin heyecanını ve şerefini, insan onu giydikten sonra daha iyi anlıyor.
hele portekiz gibi bir ünlü rakip, kudretli yıldızlar önünde oynayacağımdan, heyecanım, biraz da vazifemin zorluğundan ve büyüklüğünden doğuyor. tam nânâsiyle dev bir rakip karşımızdaki... ama bu dev rakipten çok, beni, kendi seyircimin, türk seyircisinin önünde maça çıkmak ürkütüyor. bir süredir uzak kaldığım sahalarımızda tekrar görünmem, cidden sevineceğim bir olay. fakat güç, çok güç bir vazife ile... işte bu bakımdan mahcup olmamak. bana bağlanan güveni sarsmamak, en büyük arzum.
yalnız bir noktaya önemle dikkatinizi çekmek isterim: bir can, bir özcan belki kendi çaplarında birşeyler yapmış lardır. ama bizim takımı takviye edişimiz, maçı mutlaka kazanacağız mânâsına alınmamalıdır. şu anda belki de birçok sporseverin böyle düşündüğünden endişe ediyorum. nihayet biz de insanız. hatâsız insan olmayacağına göre, bizim hatâ yapmayacağımızı da kimse garanti edemez. üstelik benim futbolün en nankör mevkiinde oynadığımı da bilhassa hatırlamanızı isterim.
fakat her şeye rağmen inançlı geliyorum. arkadaşlarıma güveniyorum. birleri sahada yalnız bırakmayacak vefakâr seyircimizden büyük kuvvet alacağımıza inanıyorum. kaç zamandır yabancı bir ülkede yabana arkadaşlar yanında garip garip kalesini koruyan özcan, kendi öz toprağında öz arkadaşları ile birlikte ve öz milletini temsil ederken hiç de yalnız olmayacak.
biran önce vatanımla kucaklaşmayı bekliyor, hepinize kalbten selâmlarımı gönderiyorum.