18 eylül 1985: bu ülkenin futbol kaderi o gün değişti
- bir bağış erten yazısı -
1985 eylül’ü. antalya hâlâ afrika sıcaklarının pençesinde. nem sınır dinlemiyor. ailenin tüm fertleri teyzemlerin kocaman balkonunda… uyarıların dozu ve tonu giderek yükseliyor: “kıs şunu!”
kısamam, bugün büyük gün. her maçı, her saniyesine kadar dinlemeliyim. 12 yaşındayım ve hayatın anlamını futboldan başka bir yerde aramıyorum ve üç takımın avrupa kupası maçı olduğu gün vahiy gelse kısmam!
o zaman yayın saatleri falan gibi dertler olmadığından üç takım da aynı gün sınavda. rakipler zorlu. ilk önce galatasaray’la polonya temsilcisi widzew lodz oynayacak. hangi lodz? 1982 dünya kupası’nda üçüncü olan, 1983-1993 arası oynanan beş maçta da yenemediğimiz, tek beraberliğe sevindiğimiz polonya’nın kupa şampiyonu, efsane futbolcu smolarek’li lodz. yani bugünün ‘lokum gibi kura’sı falan değil. dişli mi dişli…
sahada birkaç yıl içinde 14 sene sonra galatasaray’a şampiyonluğu getirecek kadronun iskeleti var: kalede simoviç, defansta ‘kaptan’ cüneyt, ‘rambo’ yusuf, ‘libero’ erhan önal, cevad ‘the’ prekazi, ‘dansöz’ arif, ‘panzer’ erdal var. ben en çok prekazi’yi seviyorum. geldiği gün de, gittiği gün de, sanırım bugün de en sevdiğim galatasaraylı o.
bir penaltıyla kazanıyor cim bom. herkes, hepimiz mutluyuz. avrupa’da alınan her galibiyete sahip çıkma yılları. tuttuğunuz takıma bakmadan seviniyorsunuz. çünkü tarihin belki de en başarısız dönemleri…
ama asıl akşamı bekliyorum. sıcak bastırıyor. balkon kalabalık. sıcakla sorunum yok, maçı dinlemek için saunada bile otururum. ama dedemin radyosu içeriden iyi çekmiyor ve fenerbahçe bordeaux deplasmanında. bilmiyorum bordeaux’yu. benim için fransız temsilcisi sadece. geçen yaz euro 1984’ü kazanan ülkenin şampiyonu işte. daha ne olsun. platini orada oynamıyormuş. o da bi’ şey.
aynı saatlerde beşiktaş, athletic bilbao deplasmanında. o da bizim için ispanyol temsilcisi işte. onların da işleri zor galiba. euro 1984’te final oynamış ispanya. iyilermiş.
önce mikrofonlarımız bordeaux’da. ‘selçuk yula aldı’ diyor spiker. hayal ediyorum uçuşan yeleleri. “hızla kaleye iniyor…” eurosport’ta yayınlanan ırkçılık karşıtı ‘kamu spotu’ndaki göbekli bıyıklı amca kıvamındayım: “hadi oğlum…” ve goool. fenerbahçe 1-0 önde. balkonda hoşnutsuzluk diz boyu. komşular rahatsız olacak. yok ya…
sonra ispanya’ya bağlanıyoruz.
- ‘gökhan keskin’, diyor spiker.
- “35-40 metreden öyle bir vurdu ki…”
- eeee!
- “ispanya milli takımı’nın efsane kalecisi zubizarreta bakakaldı.”
gol sesleri artık komşulardan da yankı buluyor, daha da önemlisi balkondaki ahali de ilgilenmeye başlıyor. ‘hayırdır inşallah’ diyor, anneannem. artık balkondaki yerim tapulu. gol olursa haber ver diyorlar.
sonrasını uzun uzun anlatmaya gerek yok. binlerce kez dinlediniz. fenerbahçe tarihin en iyi bordeaux’sunu; battiston’lu, girresse’li, tigana’lı o şampiyon kadroyu deplasmanda 3-2 yeniyor ve içeride 0-0’la turu geçiyor.
beşiktaş’ın bahtı ise o kadar açık değil. gökhan’ın golü yetmiyor. tam dört tane yiyorlar o akşam. goikoetxea’lı, salinas’lı kadroya direnemiyorlar.
ama işte o an var ya o an… gündüz cimbom kazanmış, akşam fener önde, kartal önde… işte ben futboldaki zafer günüm olarak hep o günü yaşıyorum. aradan yıllar geçti, bu ülke futbolu neler neler gördü, ne başarılara imzalar atıldı, fakat antalya’daki o gecenin üzerine hiçbir şey çıkamıyor benim nezdimde.
ben futbolun büyüsüne o gece inandım. o gece umutlandım. o gece özgüvenim geldi. benim için kazanmaya o gece başladı türk futbolu…
artık yatak vakti, uyku tutmuyor. nemden ya da sıcaktan değil. golleri canlandırıyorum hayalimde. küçüklük kahramanım antepli hüseyin’in golünü düşlüyorum en çok: “ceza yayının hemen önünde kalecinin hemen yanına ayak içi plasesi…”