ilk basımı 2004 yılında olan hakan kulaçoğlu'nun "fırtına, ihtilal, efsane... trabzonspor" kitabından;
şenol güneş'in "ilk şampiyonluğun hikâyesi - her evin oğluyduk" başlıklı yazısından;
çatılara konan martıların çığlıkları, sotka'nın dar sokaklarında futbol oynayan çocukların seslerine karışırdı... sotka, trabzon'un cana yakın, şairin dediği gibi "konuşmayı şehvetle seven" insanlarının yaşadığı semtlerinden biridir. o çocuklardan biri de bendim.
evlerin sokağa açılan kapıları birer kaleydi benim için. kaç evin kapısında kalecilik yaptığımı hatırlamıyorum. ama bildiğim... tutmaya çalıştığım futbol topu değil, limon kabuğuydu.
ne futbol oynayacak bir sahamız vardı ne de topumuz... ama, bu olanaklara sahip olanlardan daha güçlü bir yanımız vardı o yıllarda; düşlerimiz!..
evet, düşlerimiz vardı, herkesten daha fazla.
birinci lig'e çıktığımız 1974-75 sezonunda futbolculukla, eğitim enstitüsü öğrenciliğini birlikte yürütüyordum. aynı sezon, türkiye kupası'nda finale kadar yükselmiştik. finalde rakibimiz beşiktaş'tı. ilk maçı trabzon'da 1-0 kazanmıştık. ne var ki, istanbul'da 2-0 yenilip kupanın ışıltısını gülüşümüze yansıtamadık. diyebilirim ki, bir sezon sonra lig şampiyonluğuna giden yol, bizim için o maçın bitiş düdüğüyle başlamıştır. hepimiz çok hırslanmıştık çünkü. o gün yaşadığımız üzüntü, bizi mutluluğa götüren ilk adım oldu.
1975-76 sezonuna şükrü ersoy'un antrenörlüğüyle başladık. ankaragücü maçında beyin sarsıntısı geçirdim ve dört maç sahalardan uzak kaldım. birinci yarıyı fenerbahçe lider kapamıştı. devre arasında takımın başına ahmet suat özyazıcı getirildi. takım olarak büyük bir özveriyle çalışıyorduk.
tüm futbolcu arkadaşların yüzü üretime dönüktü. hiçbirimiz ortaya konan başarıdan kendi adına bir şey almayı düşünmüyordu. doğru dürüst bir idman sahamız yoktu; sahil yolunda, asfaltın kenarında koşardık. kentin batı yönünde bulunan ayasofya kilisesinden merkeze, yani doğuya doğru koşuyorduk. o koşullarda, attığımız her adımda, lig şampiyonluğu kupasını trabzon'a taşıdığımızı düşlerdik.
şampiyonluğu istanbul dışına taşımayı çok istiyorduk. o güne kadar bunu kimsenin başaramadığının da bilincindeydik. ama bu durum bizi engellemiyor, tam aksine daha çok istekli kılıyordu. taraftar bizleri ailesinden biri olarak görüyordu. tüm evlere girdiğimizi, her evin oğlu olduğumuzu biliyorduk. köylerde, hiç futbol maçı izlememiş insanlarımız bile bizlere gönüllerini açmıştı. bu sevgi dalgası üstümüzde bir baskı oluşturmuyordu. çünkü biz, kültürlü, her türlü sonucu olgunluk karşılayan dinamik bir takımdık. başarıları kendimize kartvizit yapmıyorduk. günden güne çoğalan taraftarın sevgisi normal yaşantımızı asla değiştirmemiştir. takım arkadaşlarımın kişilikleri sağlam bir yapıdaydı ve ben böylesi bir takımın kalecisi olarak bir bakışta o güzel insanların hepsini gören bir mevkide oynamaktan büyük haz alıyordum.
galip gelenin iki puan aldığı o sezon, fenerbahçe dört puan öndeydi. aradaki puan farkı kapanmıştı ve biz fenerbahçe'yle trabzon'da oynayacaktık. dönüm noktası olan maçı 1-0 kazandık ve liderliği lig sonuna kadar bırakmamak üzere ele geçirdik.
evet, sonunda şampiyonluk kupasının ışıltısı gülümseyen yüzümüze yansımıştı.