ilk basımı 2004 olan islam çupi'nin "olaylar, sağbekin lahana dolmasını yemesiyle başladı" kitabından;
40 yıl önce 40 yıl sonra
yarın inönü stadı'nda yunanistan'la oynayacağımız özel milli maçın, ne özel bir şamatası var, ne de futbol kamuoyunda özel patlayan bir ilgi şeraresi... milli maçların futbol adına birinci mesele oluşunu kapsayan gün ve takvim yapraklarını artık anlaşılan tarihin sağırlar ve körler reyonuna kapattık.
şimdilerde milli maç denince federasyonu ile antrenör ve futbolcusu ile bir kıymet ve harbiye etmeyen tribün birikintisi ile önümüzde sanki bir kenar mahallenin dekoru cavlayıp duruyor.
* * *
oysa 1948 yılının 23 nisan günü istanbullunun olan istanbul, bugünlere olduğu gibi, üstüne futbol toprağı serpilmiş bir mevta değil, meşin yuvarlak bayramlarının doruktaki keyfini yaşıyordu.
ay-yıldız'ın gergef gibi üstüne geçirildiği bir heyecan günü idi, o tarih.
ikinci dünya savaşı kurşunlarının bittiği, barut sisinin avrupa haritasından yavaş yavaş kalktığı o günlerde, türk milli takımı atina'da yunanistan'la harp sonu ilk maçını oynayacaktı.
o zamanlar onsekizleri ondokuzları sürdüren benim kuşağım için, bu maçın mana ve önemi bir ay öncesinden başlamıştı.
bir kadro tahmin savaşı kaptırmıştık ki, gün boyu mahalle sokak ve kaldırımlarında, civar arsalarda şakıyıp duruyordu.
* * *
muhtemelen takımın kaptanlığını da yapacak olan fenerbahçeli cihat arman kalede rakipsizdi. galatasaray'daki kova osman eskiliği, erdoğan yeniliği vefa'daki abdülkadir istikrarsızlığı, arman'ın klasına ve ustalığına erişecek eldivenler değildi.
bek hattının tehdit edilemez ikilisi aşağı yukarı belli idi. fenerbahçeli murat ve beşiktaşlı vedii...
büyük kavga haf hattında kopacaktı. sağhaf mevkii fenerbahçe'nin şiiri selahattin'le, galatasaray'ın sert ve merkaj amansızı naci arasında "yüzde elli, yüzde elli" bir şansla bölünecekti.
peki santrhaflık dövüşünde ringde kim kalacaktı? genç yaşta saçları seyreldiği için başına bir kadın filesi geçirip oynayan galatasaray'ın defans sigortası bülent bu kavganın en öldürücü yumruğu idi ama, vefalı galip'in ismi de son dakikada tertip bozucu bir ampul olarak yanabilirdi.
bir teknik ve ciğer şaheseri olan vefalı hüseyin ise, solhaflığın tartışmasız tek ismi idi.
hücum hattının sağ ve solunda iki tartışma götürmez dev vardı. fenerbahçeli k. fikret ve beşiktaşlı şükrü.
insayitlerde ise, formlarının doruğunda olan iki fenerbahçeli panldıyordu. erol ve lefter.
santrforluk ise bir emanetçiye verilmişti.
müthiş süratli ve iki ayağını kullanmada gösterdiği beceri ile o dönemin flaşı haline gelen fenerbahçeli suphi menisküs talihsizliği ile hem sarı-lacivert, hem kırmızı-beyaz formadan mahrum olunca eski bir solbek ahmet, her iki ekipte de santrforluğu giyen yeni bir modacı idi.
fenerbahçe'nin fırtına solaçığı halit ise, türk fotbolunun gelmiş geçmiş en büyük talihsiz yıldızı olarak erişilmez şükrü'nün yedeği apoleti ile, bu generaller ordusunun son safında idi.
* * *
1948 yılının 23 nisan günü tüm istanbul kulaklarını radyolarının içine sokmuştu.
türk takımı okunurken o bir aydan beri adeta "kan davası" haline getirdiğimiz tertip artık en büyük manga olarak, beynimizde küt-küt atıyordu. adeta kendi genç yüreğimiz gibi.
cihat - murat, vedii - selahattin (naci), bülent, hüseyin - k. fikret, erol, ahmet (halit), lefter, şükrü.
maçın bitimi sanki bir futbol fiestası idi.
k. fikret, lefter ve şükrü'nün golleri ile 3-1 kazanılan maç, her istanbullunun ellerinde yanan birer meşale olarak gece kentini gündüze çevirmişti.
bir milli takım şarkısı olmuştu, istanbul... bir gün, iki gün belki de bir hafta.
yarın inönü stadı'nda yunanistan'la bir özel milli maç oynayacağız. kimimizin ipi, kimimizin kuşağı.
o kırk yıl önceki büyük coşkunun ampulleri teker teker sönmüş.
istanbul sanki milli takım'ın terk ettiği bir futbol kasabası gibi. neler kaybettiğimizi hiç mi hiç anlamadın, fark etmeden yaşam, futbol topu örneği yuvarlanıp duruyor.