dağhan ırak'ın tam saha dergisindeki yazısı (haziran 2009);
komşuda 37 gollü final
yunanistan kupa finalinin ertesi günü dünya gazeteleri, derbi olarak yalnızca aynı saatlerde oynanan el classico'dan bahsetti. barca, real'e 6 gol atınca, filelerin tam 37 kez havalandığı ve 3.5 saatten uzun süren aek-olympiakos maçı tamamen unutulmuştu. bir başka deyişle, bazen ağızla kuş tutmak bile endüstri futbolunun tescilli markalarının sahne ışığına sığışabilmek için yetmiyordu. izleyenler için 2009 yunanistan kupası finali, tüm zamanların en unutulmaz derbileri arasında yer aldı; diğerleri için ise belki de böyle bir maç asla var olmadı. atina'da derbi bahar kadar güzel ve bir o kadar yalnızdı.
atina'nın baharı güzeldir. kışın, hele ki glyfada ya da neo faliro'da yaşayıp her gün denizi görebilecek kadar şanslı değilseniz, tepelerin grisi içinizi karartabilir. atina başkenttir, büyük şehirdir ama kışları terk edilmiş tatil yörelerinin mahzunluğu yine de çökebilir üstüne. yazları ise devasa bir ızgaraya dönüşür şehir. sokağa yerleştirilmiş bir elektronik termometrede, gölgede 45 dereceyi görebilirsiniz ama hayret edemezsiniz, çünkü hayrete düşebilmeniz için önce "yalvarırım beni bu sıcaktan kurtar" sinyalleri gönderen beyninizin çalışabilmesi gerekir. başınızı bir fırının içinde tutmanın ne demek olduğunu merak ediyorsanız; atina, ağustos'un ortalarına doğru uğramanız gereken bir yer olabilir. diğer taraftan ilkbaharın yaza meylettiği bir gecede, gönlünü güzel bir meltemde koca bir şehre kaptırabilir insan. turist sezonu tam açılmadığından nüfus yoğunluğu henüz hindistan'la kapışmaya başlamamış plaka'dan gelen kokular insanın iştahını olduğu kadar gönlünün penceresini de açabilir. öyle zamanlarda insan farkına varır, şehrin adını neden bir tanrıçadan aldığının. velhâsıl-ı kelâm, atina'nın baharı yalnızdır ama güzeldir.
adı "süper" olsa da zaman zaman daha "dizel" görüntüler veren yunanistan ligi, çoğunlukla olympiakos'un şampiyonluğuyla bu aylarda biter. futbol adına geriye iki heyecan kalır; kimsenin pek sevmediği ama gelir getirdiği ve işin ucunda şampiyonlar ligi olduğu için yabana da atamadığı play-off ve kypello ellados, yani yunanistan kupası. koskoca 12 sezonun 11'inde ligi aynı takım şampiyon bitirdiği için olabilir, yunanistan kupası pek sevilir. yunanistan'ın dört bir yanındaki pek çok takımın taraftarı "kupayı olympiakos'un elinden çekip alabilme ihtimalini" sevmektedir. bu nedenle final maçı nerede yapılırsa yapılsın; stadyum dolu, maç da keyifli olur. üstelik ligin aksine, bu kez iki takımın da taraftarının maça gelmesine izin verilir. bu yıl yunanistan kupası'nın finalinde iki büyük vardı; olympiakos ve aek. bir taraftan son 15 yılın tartışmasız en başarılı takımı, diğer tarafta aynı süreyi bir iflas, iki ekonomik kriz, defalarca teknik direktör ve kadro değişimiyle geçiren, stadını yıkan ama yeniden yapamayan ve 1993-94 sezonundan beri tek lig şampiyonluğu dahi kazanamayan istanbulluların takımı. başka zamanlarda, başka koşullarda maçın favorisi belli denebilirdi; ancak böyle maçlarda bazen aç olmak, başarılı olmaya yeğdi. aek taraftarları, en başta da ülkenin en meşhur taraftar grubu original 21, tribünlerde tam kadro yerini almıştı. lig maçlarında mecburi ikametgâhları olimpiyat stadı'nın tribünlerini doldurmakta zorlanan ve sarı-siyahlı bayrakları stadyumda en fazla çaya atılmış bir limon dilimi kadar yer|kaplayabilen aek'liler, bu kez 70 bin kişilik devasa stadın yarısını tıklım tıklım doldurmuştu. diğer yarıda ise stadın nispeten yabancısı olan olympiakoslular vardı. ortada da neredeyse 10 bin kişilik bir bölüm güvenlik şeridi olarak ayrılmıştı. eğer yunanistan'da derbiler mantık sınırları içerisinde cereyan etseydi, "neden?" sorusu sorulabilirdi ama örneğin bir aek taraftarı için "olympiakos'tan sırf olympiakos olduğu için nefret etmek" meşru sebepten sayılıyordu.
maça aek klasik sarı formasıyla çıkmıştı. bu, çubuklu forma beklentileri yıllardır boşa çıkan sarı-siyahlı taraftar için sürpriz değildi; tıpkı o gün çubukluların renginin kırmızı-beyaz olmasının sürpriz olmadığı gibi. aek'le olympiakos'un hayattaki tek ortak noktası belki de çubuklu forma sevgisiydi. bir de tabii, ikisi de kupayı çok istiyordu. olympiakos'un basketbol takımı, bir gün önce panathinaikos'a avrupa ligi yarı finalinde bir basketle elenince bu maç iyice ciddiye binmişti. belki bir ezeli rakibe yenilmek idare edilebilecek bir durumdu; ama pao taraftarının avrupa kupası'nın, aek'in "hanımlarının" ise yunanistan kupası'nın havasını atması, ortalama bir olympiakos taraftarını krize sokmaya yeterdi. kırmızı-beyazlı ekibin buna engel olması gerekiyordu. lâkin ilk dakikalarda sahada kehribar rengi bir rüzgâr esiyordu. aek, sanki ligin son haftalarını rölantide geçerken kendini bu maça saklamıştı. aek'in 10 numarası refik djebbour; sahada, kenarda ve tribünde ne kadar olympiakoslu varsa hepsinin içine fenalık getirecek bir üretkenlik içindeydi. cezayirli o kadar uğraşıyordu ki, bütün sene zoraki oynayan ve basinas'ın da ingiltere'ye gitmesiyle yaldızları büsbütün soyulmuş orta saha destek olma ihtiyacı hissetmiş, çubuklu formalı oyuncular figüran konumuna düşmüştü. ileride ise iki güney amerikalı ısmael blanco ve nacho scocco cezayı kesmek üzere bekliyordu. nitekim 8. dakikada refik djebbour, olympiakos defansından birkaç oyuncuyu slalomla geçtikten sonra topu blanco'ya çıkardı. son iki sezonun gol kralı, bahar koktuğu kadar ofsayt da kokan pozisyonda topu ağlara gönderdi. santradan sonra da aek orta sahası rakip alandaki kuşatmasına devam etti. olympiakoslu oyuncular sahanın o yarısındaki hava basıncının, diğer yarıya kıyasla daha yüksek olduğuna yemin edebilirlerdi, tabii ilk 10 dakika içinde bir kez bile karşı yarı alana geçebilmiş olsalardı! 11. dakikada hızlı ve kısa paslarla rakip defansı antrenman konilerini geçer gibi geçti aek'liler. olympiakos defansından ceza sahasına hızlı girenin plakasını alabilen olmamıştı, ama uçuşan saçlarının rüzgârından blanco olduğunu biliyorlardı. daha bir çeyrek saat bile dolmamıştı ama fark iki olmuştu. tribünlerde sarı bir curcuna yaşanırken, herhalde o an ilk kez "donuk kırmızı" adında bir renk doğada ortaya çıkmıştı. ilk dakikalarda bunlar olurken, aek taraftarı, geçtiğimiz sezonu hatırlamıştı ister istemez. aek, ligin sonunda olympiakos'u 4-0 yenmiş, ancak pire ekibinin kaybettiği bir maçta hükmen galip ilân edilmesi üzerine yıllardır beklediği şampiyonluğu ezeli rakibine kaptırmıştı. bu kez maç 4-0 biterse kupayı kimse ellerinden alamazdı. o 4-0'ın kahramanı rivaldo, aek'ten aldığı tüm parayı fazlasıyla geri kazandırarak özbekistan'ın yolunu tutmuştu ama sahadaki sarılılar da bugün iş görüyordu. ancak atina'nın istanbullularının unuttuğu bir şey vardı. espanyol gibi küme düşmeye oynayan bir ekibi alıp da uefa finaline kadar çıkaran ernesto valverde, vazgeçmeyi bilen bir teknik adam değildi. üstelik bu kez başında olduğu olympiakos, çok daha tehlikeli bir ekipti. ayrıca valverde'nin geleceği için de bu maç hayati önem taşıyordu. çünkü her ne kadar takımı şampiyon da yapmış olsa ispanyol teknik adamın sözleşmesinin yenileneceği kesin değildi. başkan kokkalis, daha önce şampiyon teknik adamları bir günde kulüpten göndermişliği olan bir isimdi ve takımın bu sene avrupa'daki başarısızlığı bu zengin armatörün aklından çıkmıyordu. şu anki görüntü valverde için hiç de parlak sayılmazdı.
olympiakos'un teknik patronu bu durumda yapabileceği en akıllı işi yaptı ve maçın temposunu düşürdü. aek hızını korudukça bu maçın dönmesi mümkün değildi. kırmızı-beyazlılar alan daralttı ve oyunu iyice soğuttu. eğer aek, 2-0'ın kupa için yeterli olduğuna inandırılabilirse bu maçın da dönme ihtimali var demekti.
ve bahar akşamının güzelliğinde kupa hülyalarına dalan sarı-siyahlılar, daha maç bitmeden vitesi boşa aldı. ilk yarı 2-0 bitmişti ama aek de valverde'nin tuzağına düşmek üzereydi. ikinci yarının başlamasıyla beraber olympiakos, maç 0-0'mış gibi oynamaya başladı. kırmızı-beyazlılar, bir golle beraber aek'in rüyasının, senelerdir hep son anda kaybedilen kupaların getirdiği korkuya ve telaşa dönüşeceğini iyi biliyordu. o gol erken geldi.
korneri ceza sahasının dışına paslı kullandılar, içeri çevrilen top karambol yarattı. o anda sahneye sürpriz bir isim çıktı. blackburn rovers'tan kiralanan ve muhtemelen 100 yıl kadar önce atina'ya ilk futbol topunu getiren kişiden sonra şehirde top koşturan ilk ingiliz olan matt derbyshire, oyundaki üçüncü dakikasında doğru yerdeydi. durum, 2-1 olmuştu. rüzgâr pire tarafından esiyor ve sarı-siyahlı tribünleri üşütüyordu. o maçı izleyen biri, yalnızca stadyumda elektriği hissederek bile beraberlik golünün geleceğini duyumsayabilirdi. 70. dakikada golü getiren maçın ruhu oldu. herkes içeri ortalanan topa dokunmaya çalışıyor, topun nereye gideceği tahmin edilemiyordu. son dokunan ve defansa çarpan topun ağlara gidişini sağlayan dudu bile herhalde golü nasıl attığını tarif edemezdi. ama önemli olan, 2-2 olmuştu ve olympiakos kupa serisine, aek ise makûs talihine geri dönmek üzereydi. sarı-siyahlı takıma son şampiyonluğunu yaşatan ve sonrasında olympiakos'un transfer teklifini kabul ettiği için orginal 21 tarafından "du$an" olarak adlandırılan dusan bajevic, yıllar sonra döndüğü kulüpte taraftarın gönlünü bir olympiakos zaferiyle almak niyetindeydi ama işler ters gidiyordu. tecrübeli sırp hocanın yüzü kâğıt gibi olmuştu. 90+1 'e gelindiğinde artık iki tarafın da maçın uzatmaya gideceğinden kuşkusu kalmamıştı. herkes gelecek yarım saatin hesabını yaparken, nacho scocco'nun taç atışından aldığı top, zamanın hızını değiştirdi adeta. arjantinli ceza sahasına daldı, olympiakos defansının başını döndürdükten sonra nikopolidis'in yanından plaseledi. tribünlerin sarı renkli yarısı yıkılıyordu. scocco, bir anda kostas nestoridis olmuştu, demiş nikolaidis olmuştu, stelios manolas olmuştu. arjantinli, sarı-siyahlı kulübün tarihindeki sepya renkli zafer fotoğraflarında kim vardı ise o olmuştu o an. hasret ve özlem, belki istanbul'u terk ettiği günden beri aek'in kaderi olmuştu ama en azından kupa hasreti bitiyordu. ancak aek yine erken seviniyordu. daha üç dakika vardı ve son söz henüz söylenmemişti. 90+4'te olympiakos takımı kendi sahasından bir top çıkardı, top herkesi geçti ve altı pasa süzüldü. kaleci saja ve derbyshire topa beraber yükseldiler. saja'nın elinin boşluğa gittiğini hissettiği an, aynı zamanda ingiliz oyuncunun topa başıyla dokunduğu andı. doksana doğru giden topun aek tarafında yarattığı şok ancak richter ölçeğiyle ölçülebilecek cinstendi. olympiakoslular çılgınca sevinirken, ernesto valverde yalnızca yorgun bir adamdı.
uzatmalarda iki takım birbirine diş geçirmeye çalışırken, talih de bu maçta en az iki ekip kadar etkili olmaya kararlıydı. iki taraf da olmadık goller kaçırıyor, eşitlik bozulmuyordu, ta ki ilk yarının sonuna kadar. oyuna sonradan giren ve olympiakos taraftarınca her zaman "büyük kaptan" olarak hatırlanacak predrag djordjevic pasını o dakikaya kadar fazla bir etkisi olmayan luciano galletti'ye uzattığında, arjantinli golcü maçın kaderini etkileyecek iki olaya birden sebep oluyordu. top dördüncü olympiakos golü olarak ağlara giderken, gol sevincini formasını çıkararak yaşayan galletti de ikinci sarı kartla tribünlere yollanıyordu. üstelik bu karara itiraz eden arkadaşı papadopoulos'u da yanına alarak. olympiakos 4-3 öndeydi ama 9 kişiydi. sahadaki yirmi kişi ve tribünlerde aynı formaları taşıyan binlercesi, bu maçın böyle bitmeyeceğinin farkındaydı. 107. dakikada nacho scocco topu ceza sahasının kenarında kontrol ettiğinde, tüm olympiakos defansı orta beklentisiyle sağa kaymıştı. scocco'nun kıvrak ayak bilekleri, bu hatayı affetmeyecek bir beyne bağlıydı. scocco'nun şık vuruşu, nikopolidis'in kapadığını sandığı köşeye dördüncü aek golü olarak gidiyordu. maçın kaderi artık penaltılara kalmıştı. penaltılara ilk başlayan aek, 5. penaltıda isveçli oyuncusu majstorovic'le avantajı rakibine armağan etti. olympiakos, seri penaltıların sonuncusunu kaptan djordjevic'le kullanırken sebastian saja sahneye çıkıyor ve arkadaşının ikramını geri alıyordu. 7. penaltılara gelindiğinde sıra kendisindeydi. iki kalecinin karşı karşıya geldiği atışta, saja sert ve iyi vurdu. sekizinci penaltılarda ise nikopolidis rövanşı aldı.
olympiakos 9 kişi kaldığı için, 10. penaltılarda başa dönüldü. 16. penaltılar sona erdiğinde saat gece yarısını çoktan bulmuştu. yunan halkı geç akşam yemekleriyle ünlü bir halktı ama bu kez maç bitimine verilen yemek randevuları çoktan iptal olmuştu. 17. penaltıya aek'te augustin pelletieri geldi. o gün fileleri havalandıran pek çok arjantinlinin aksine pelletieri topu nikopolidis'e teslim etti. bu penaltı aynı zamanda ikinci turun sekizinci penaltısıydı. bunun anlamı şuydu; son sözü kaleci nikopolidis söyleyecekti.
o gün 4. kez saja ve nikopolidis, bir kalecinin penaltı anındaki endişesini beraber yaşıyordu. nikopolidis, nefesini stattaki binlerle beraber tuttu, geldi ve vurdu. o nefesini bıraktığında, müthiş final son buluyordu. olympiakos, ligden sonra kupanın da şampiyonuydu. aek'lilerin kupa rüyası başka bir bahara kalmıştı.
ertesi gün dünya gazeteleri, derbi olarak yalnızca aynı saatlerde oynanan el classico'dan bahsetti. barca, real'e 6 gol atınca filelerin tam 37 kez havalandığı ve üç buçuk saatten uzun süren aek-olympiakos maçı tamamen unutulmuştu. bir başka deyişle, bazen ağızla kuş tutmak bile endüstri futbolunun tescilli markalarının sahne ışığına sığışabilmek için yetmiyordu. izleyenler için 2009 yunanistan kupası finali, tüm zamanların en unutulmaz derbileri arasında yer aldı; diğerleri için ise belki de böyle bir maç asla var olmadı. atina'da derbi bahar kadar güzel ve bir o kadar yalnızdı.