Bu ülkenin en düzgün taraftar profiline sahip olduğunu düşündüğüm kulüptür gençlerbirliği. 2008-2009 sezonu kapanırken tv karşısında değişen puan tablosunda, küme düşmek üzere olduğunu gördüğümde o kadar üzüldüm ki. ama kısa bir süre sonra yerini sinir aldı. uzun yıllar kulübü çok güzel yöneten ancak son bir kaç sezondur ne yaptığı belli olmayan ilhan cavcav'a kızıyordum. kendisine karşı olan herkesi kulüpten uzaklaştırmış bir başkana dönüşmüştü.
kulübün dışındaki birinden, benden bir tavsiye; o kulübü seven ama seninle aynı fikirde olmayanları da kucakla.
aşağıdaki hikaye gençlerbirliği taraftarına ithaf edilmiştir. biliyorum sadece onlar anlayacaklar. ama zaten sadece gençlerbirliğini sevenlerin içi ağlıyor. onu sevememiş, ona saygı duyamamış olanlar anlamasa da olur. çünkü bilirler, anlamaya başladıklarında utanacaklar.
gençlerbirliği taraftarına sevgi ve saygılarımla.
***
sabah her zamanki gibi erken kalktım. eşimi uyandırmamak için parmak uçlarımda çıktım yatak odasından. çocukların odasının kapısını araladım. mışıl mışıl uyuyorlardı. üstümü giydim, sokak kapısını usulca çektim, asansöre bindim. emektar arabama atladım. istikamet her sabah olduğu gibi 5 km ilerideki ormandı. ormana gelip, arabamı park edip dışarı çıktığımda içime yeniden dolmaya başlayan yaşama sevincini hissettim. önce ufak adımlarla yürümeye başladım. dün orada olmayan birçok kulübe gördüm. birinin bacasından siyah duman çıkıyordu. bir kulübenin önünde iri yarı adamın biri bıçağını bileylemekteydi. diğerinden çığlıklar yükseliyordu. daha düne kadar yemyeşil, huzur dolu olan bir ortam nasıl bu hale gelmişti, anlam veremedim. aşağı doğru inerken ormanın manzarası çok güzel olur. bu çirkinlikleri bana unutturması için her zaman yaptığım gibi dik yamaçtan tırmanıp aşağıya doğru inmeyi ve manzaranın tadını çıkarmayı düşünüyordum. tam tepeye vardığımda dün orada olmayan bir başka kulübenin içinden bir ses geldi; “dur”. kulübenin kapısı açıldı. elinde tespihiyle birisi çıktı kulübeden. nereye gittiğimi sordu. yıllardır hergün yapraklı patikalarında yürüdüğüm ormanın kendisine ait olduğunu söyleyen adam, tesbihini şöyle bir salladı ve daha ileri gidemeyeceğimi söyledi. en azından buraya kadar gelmişken kafamı uzatıp, manzarayı görmek istedim. parmaklarımın ucunda dikildim. kafamı uzattım. dünkü manzaradan eser kalmadığını gördüm. ormanın aşağı tarafını tüm yol boyunca gördüğüm kulübeler kaplamıştı. çaresiz geri döndüm. geçtiğim yollardan tekrar geçerken içinden kadın çığlığı gelen kulübenin önünde durdum.kulübenin camı büyük bir gürültüyle kırıldı. içeriden atılan sivri topuklu kırmızı bayan ayakkabısı ayaklarımın önüne doğru yuvarlandı. içeriden koltuk değneğiyle bir kadın çıktı. kadının sağ bacağı yoktu. eğildim aldım yerden, kırmızı ayakkabıyı kendisine uzattım; gözlerinden akan yaşa rağmen bana çok güzel gülümsedi. biraz ileride daha önce bıçak bileyen adamın bir futbol topunu kestiğini gördüm. ve hemen ilerisinde bacasından siyah duman tüten kulübenin arka tarafında odun ve kömürlerle beraber istiflenmiş kitaplar gördüm. kitapların yanına gittim. ne işi vardı bunların burada. bir kısmı benim kütüphanemdeki futbol kitaplarına benziyordu. o sırada içeriden çıkan bir adam, ben orada yokmuşum gibi yanıbaşıma geldi, üstteki "ankara rüzgarı" kitabından büyük bir tutam koparıp, tekrar içeri girdi.
bir gecede ormana neler olmuştu böyle. arabama doğru koştum. hemen eve doğru yola koyuldum. evin önüne gelip arabamı park ettim, asansöre bindim yukarı çıktım, anahtarımla evimin kapısını sessizce açtım. çamurlu ayakkabılarımı çıkarıp, ıslak çoraplarımı içine koydum. çocukların odasının kapısını araladım hala uyuyorlardı. parmak ucumda yatak odasından içeri girdim. pijamalarımı giydim, sıcak yatağa girdim. gözlerimi kapattığımda bunun bir kabus olmasını diliyordum. sonra terler içinde uyandım. neyse ki hepsi bir kabustu. hergün kapının önüne bırakılan gazetemi almak için sokak kapısına yöneldiğimde ıslak çoraplarımı gördüm. çamurlu spor ayakkabılarımın içinde duruyorlardı. ağladım.