saygınla birlikte, yaklaşık 1 aylık aradan sonra ankara 19 mayıs’ın sınırlarına ayak bastığımızda ortalıkta kimsecikler yoktu. oysa maçın başlamasına yarım saatten daha az süre kalmıştı. 8 numaralı kapıya ilerlediğimizde görevli bize buyurun anlamında eliyle turnikeleri gösterdikten sonra, “kombinenizi kendiniz okutuyorsunuz” dedi. şaşırmıştım doğrusu. aklıma 2008’de san siro/giuseppe meazza'da ( http://www.macanilari.com...fid=200820095034&aid=7559) ve 2013’de de grolsch veste’de ( http://www.macanilari.com...d=201320141410&aid=159499) tecrübe edindiğim “bileti kendin okut” uygulaması gelmişti.
önce kombinemi turnike üzerindeki barkod okuyucuya uzattım. ama çalışmıyordu. sonra hemen sağımdaki yeni okuyucuyu görüp onu kullandım. turnikeden geçip polis aramasından geçtikten sonra kafamı saygın’ın ne durumda olduğunu görmek için turnikelere doğru çevirdiğimde 19 mayıs’ın yeni led tvleriyle karşılaşıyordum. ekranda, az önce barkodu arayan benim saflık dolu fotom yer alıyordu.
tribündeki yerimizi aldığımızda bahtiyar, orcan’ın elinde, ankara 16. tüketici mahkemesi’nin passolig için verdiği yürütmeyi durdurma kararıyla stadyum kapılarında tek tek dolaşıp passolig kullanarak girmeye çalışanlara engel olmaya çalıştığını öğreniyorduk.
takımlar sahaya çıktığında aklımıza ilk gelen şey, stanku ve zec olmadığı için kimin en ileride oynayacağıydı. kısa bir süre sonra mehmet özdilek’in bu görevi oktay’a verdiğini öğrenecektik.
maç başladığında tribünlerin maçla pek alakaları olmadığını tecrübe ediniyorduk. tribünler önce, geçen hafta oynadığımız galatasaray maçından sonra ilhan cavcav’ın, “ben de galatasaraylıyım, galtasaray’ın futbolundan utanç duydum” sözlerine gönderme yaparak bol bol kendisini galatasaray başkanlığına davet ettiler. ardından bol bol ebilet uygulamasına tepki gösteren tezahüratlarda bulundular. ikinci yarının başında, yaklaşık 20 kadar taraftarın tellerin dibinden yan hakemin hareketlerini taklit etmeleri tribünlerde bol bol kahkahalar yükselmesine sebebiyet verdi.
bu ortamın nedenlerinden biri de sahadaki futbolcuların birkaç pozisyon hariç, “bitse de gitsek” tadındaki futbollarıydı. antalyaspor’da bizimkilere uyunca orta sahanın olmadığı vasat bir maç izliyorduk. ilk yarı golsüz berabere bitmesi kimseyi şaşırtmadı. fakat ikinci yarıda peş peşe 2 gol birden atan antalyasporlular işi daha ciddiye aldıklarını gösterdiler. gollerden sonra gençler tribünlerinin rakiplerini alkışlayıp, “antalya, antalya” diye tempo tutmaları dostane bir tutumdu.
2-0’dan sonra alkaralar, biraz daha istekli görünmeye başladılar. 64’de gosso’nun nefis ara pasına oktay’ın güzel şutuyla fark bire indi. ardından peş peşe goller kaçırdıktan sonra jimmy’nin soldan yaptığı ortayı en arkada bulunan tosic’in kafa ile ceza alanına indirmesi ve ante’nin attığı golü hakem, (tekrarını defalarca izlememe rağmen) neden olduğunu anlayamadığım bir sebepten ötürü geçersiz saydı. sonrasında ise skor değişmedi ve ankara’daki sezonun son maçından yenik ayrıldık.
maçta en çok ilgimi çeken futbolcu 93’lü orta saha oyuncumuz yusuf emre idi. sakin oyunu ve bilinci paslarıyla takımın sezon başından beri en büyük eksikliği olan, ortadan hücum özelliğini bir nebze olsun geri kazandırmıştı. bol bol hakkında konuştuktan sonra, soner’in transferini hatırlayıp, “bir sezon sonra trabzon’a bir iki milyon dolara satıp, hiç faydalanmadan göndereceğimiz” konusunda hemfikir olduk.
maçtan sonra takım tribünlere çağırıldığında, jimmy’nin apar topar soyunma odasının yolunu tutması aklımıza geçen yıl vleminckx’in ankara’daki son maçta yaptığı hareketi anımsattı. belçikalı oyuncu sezon sonunda erciyes’in yolunu tutmuştu. birkaç ay içinde jimmy’nin hareketinin bir rastlantı mı yoksa bir elveda işareti mi, olup olmadığını öğreneceğiz.
deniz naki’nin tribüne attığı formasına karşılık olarak bir taraftarın kendisine st. pauli atkısı vermesi ve onun da alıp boynuna sarması günün enteresan anlarından biriydi.
çıkışa doğru yürürken bahtiyar ve saygınla, boş bir sezonu daha arkamızda bıraktığımız konusunda hemfikirdik. ne kupa, ne de gelecek sezon için avrupa kupası bileti kazanamamıştık. gerçi niye sorguluyorduk ki, sonuçta yıllardır yaşadığımız bu duruma alışık olmalıydık!