tarihinin en kötü ilk 8 haftasını yaşadıktan sonra mehmet özdilek’e emanet edilen alkaralar da gözle görülür bir düzelme olmuş ve 3’te 3 yaparak düşme potasından yukarıya kendimizi atmıştık. fakat sonrasında peş peşe aldığımız ikişer mağlubiyet ve beraberlik rüyadan uyanmamızı ve kötü kadromuzla yüzleşmemizi sağlamıştı. işte o günlerde birbirimize, “devre arasında takviye olmazsa işimiz zor” diyorduk. ama beklenmedik bir şekilde sezonun son iki maçını antalya ve beşiktaş’u yenince daha toy taraftarlar, “devre arası transferleriyle uçarız” derken bizim gibi biraz daha kıdemli taraftarlar, “hiçbir şey almayacaklar kötü olacak” diye kara kara düşünüyorduk… (ki sevgili yönetimimiz bizi bir kere daha şaşırtmayacaktı…)
hafta içi oynanan maçları normalde 8’de başlatan tff nedense arada bir esip 7’ye maç koyuyor. bu sefer de ihale bize patladı ve incek’te çalışan bir ölümlü olarak, koştura koştura ve takla ata ata 10 dakika gecikmeyle tribündeki yerimi alabildim. takımların dizilişini ve taktiklerini anlayana kadar da bir 10 dakika geçti ve 20 dakika civarlarında artık maçtaydım!
geçen hafta akhisar deplasmanında oynadığımız kötü futbola karabükspor maçında da devam ediyorduk. ne pres yapıp rakibi bozabiliyor, ne de topu ileriye taşıyabiliyorduk. sadece hakan aslantaş’ın sağ bekten çıkışları ve ortaları bizi heyecanlandırıyordu ama o da “olduğu kadar”dı. karabük ise fizikli ve güçlü bir anadolu takımı hüviyetinde hem pres yaparak hem de kademeleri kontrol ederek bize açık alan bırakmıyor, üstüne üstlük de pozisyonlar üretmeye çalışıyorlardı. sanırım ilk yarıda doğa’nın kötü kafası ile sonuçlanan atak gole en çok yaklaştığımız andı.
devre arasında tanıl abi, “aradan güç kaybederek ayrılan tek takımız mali!” dedi ve saymaya başladı, “mal kaçırır gibi hızlı bir şekilde yabancı bir kaleci ve stoper aldık. elimzideki yabancıları da gönderemeyince asıl transfer yapmamız gereken ortanın ortasında yaratıcı bir oyuncu ve forvet alamadık. bir de buna zec ve tosic’in performanslarının düşmesi eklenince durum ortada!”
gerçekten de öyleydi. apar topar yapılan 2 tane (pek de önemli olmayan) transferin ardından yabancı kontenjanının dolması ve eneramo ile anlaşılmasına rağmen transfer edilememesi de neydi! profesyonel bir futbol kulübünde böyle bir saçmalık affedilebilir bir şey miydi? mal almaya pazara çıkan herhangi bir alıcı bile önce ihtiyaçlarını alıp sonrasında parası ya da zamanı kalırsa başka şeylere bakmaz mıydı? of ki ne off!
ikinci yarının başında önce eneramo’nun frikikten attığı gol, sonrasında da yine eneramo’nun şutunu ilhan’ın tamamlaması ile peş peşe yediğimiz gol zaten sallantıda olan gardımızı düşürdü. hele bir de eneramo’nun anlaşılmasına rağmen kiralanamama sebebini öğrenmek iyice gıcık olmamı sağlamıştı.
2. golden sonra gosso’nun güzel pası ve (tanıl abi ile ‘tek başına elinden geleni yapıyor adam’) dediğimiz stanku’nun golü ile farkı bire indirince az da olsa umutlandık. 2-0’dan sonra tribünün iyice canlanması ve akabinde golün gelmesi herkesi fena halde coşturmuştu. önce ahmet’in kafası ve 90+’da petrovic’in çaprazdan kötü vuruşu ile beraberlik şansını teptik ve haftayı puansız kapattık.
görünen yol kılavuz istemez derler. bizim takımın durumunu da en güzel anlatan söz bu olsa gerek. sezon başında gidenlerin yerinin doldurulmaması, gereksiz yerlere transferler yapılması, ilk 8 haftada tarihinin en kötü lig başlangıcına imza atılması, ardından mucizevi şekilde alınan puanlara güvenip devre arasında bir kere daha gerekli yerlere transferlerin yapılmayışı ve kötü transferlere devam edilmesi derken fena halde şansımızı zorlamaya devam ediyoruz…
bakalım bu kafayla daha nereye kadar gidebileceğiz…