kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
cemaat fenerbahçe yönetiminde (!)
kongre sonunda aziz yıldırım'ın yeni yönetimi şu isimlerden oluştu: abdullah kiğılı, nihat yenigûn, nihat özbağı, ali yıldırım, ilhan ekşioğlu, ömer temelli, semih özsoy, şekip mosturoğlu, yasemin merçil, ünal uzun, hakan dinçay, turhan şahin, talat yılmaz, ender alkaya, ahmet tahir perek, isfendiyar zülfikari, tolga deniz aytöre (asil), mustafa serdar erkan, ahmet ketenci ve yalçın haker (yedek). kongrede divan başkanlığı yapan talat yılmaz, aziz yüdınm'm bir oyla seçildiği ilk kongreyi de yöneten isimdi. eski kızılay genel müdürü olan yılmaz, yıllar önce de yönetimde yer almıştı. eski migros genel müdürü alkaya, bir nevi koç grubu çevresinin kontenjanındandı. başbakan erdoğan'ın gelinin ağabeyi olan ketenci'nin ise özellikle polis teşkilatına yakın bir isim olduğu söyleniyor. aytöre, eski tahkim kurulu üyelerinden. perek'e ise iyi bir maliyeci olarak
"fener'in hüsnü güreli'si" yakıştırması yapılıyor. turkuaz petrol'ün sahibi zülfikari de akp'ye yakın bir isim olarak biliniyor. factoring işleriyle de uğraşan zülfikari, nihat öz-demir'in de iş ortaklarından. kiğılı ve kadir topbaş'ın oğlu hüseyin ersan topbaş'ı da hesaba kattığımızda yıldırım'ın yeni yönetimi hükümete oldukça yakın isimlerden oluşuyor. önceki yönetimde yedek üye olan topbaş'ın bu yönetimde asilliğe terfi ettiğini de hatırlatalım.
malum fenerbahçe camiası şike davasının arkasında gülen cemaati'ni görüyor. bu görüşe katılmayanlar ülker sports arena'daki kongrede çevrilen kulislerde yıldırım'ın yeni yönetiminde de bazı cemaatlere yakın isimler bulunduğunu söylüyordu. "kim bu isimler?" diye sorduğumda nihat özbağ, a.tahir perek, h. ersan topbaş, ahmet ketenci ve abdullah kiğılı'nın nakşibendi cemaati'ne yakın olduğu cevabını aldım. daha çok kişiye teyit ettirmek için sorduğumda bazı itirazlar aldığımı da eklemeliyim. burada mühim olan kimin hangi cemaate yakın olup olmadığından ziyade yıldırım'a o gün oy verdiği halde 3 temmuz'un arkasında cemaat olduğu inancında olmayanların da hatırı sayılır bir oranda bulunmuş olmasıydı. yoksa türkiye'deki kulüplerin üye ve taraftar profilinin birbirinden çok da farklı olduğu kanaatinde değilim.
"anadolu kulüpleri" olarak tabir edilenler bir yana "üç istanbullu" ezelden beri yönetim tercihlerinde "iktidarı" kollamıştır. beşiktaş, galatasaray ve fenerbahçe'nin tarihine kabaca göz atılıp yönetim yapıları incelendiğinde "güçlü" olmak için "güç'le nasıl bir temasta oldukları rahatlıkla görülür.
tek parti döneminde zaten herkes "doğal partili", yani chp'li sayıldığından dönemin kulüp yönetimlerinde partiden isimlerin yer almış olması normaldi. ne var ki, çok partili döneme geçildikten sonra bu sefer kulüp yönetimlerinde demokrat partililer görünmeye başladı. darbe dönemlerinde "paşalar"ın teveccühüne mazhar olunması kaçınılmazken, özal ve erdoğan gibi "güçlü iktidar"larda da siyaset her daim yedek kulübesinde tutulageldi. 27 mayıs darbesinden sonra oynanan cemal gürsel kupası'nda beşiktaş sahaya her bir futbolcunun formasına bir harf düşecek şekilde "cemal gürsel" yazısıyla çıkmıştır. beşiktaş, cuntaya böylesine teşne olurken; fenerbahçe, demokrat partili başkanı medeni berk'i uzun süre 'yedirmemek' için direnmiş ama nihayetinde onlar da boyun eğmek zorunda kalmıştı. aziz yıldırım'ın "kuvvacı" dediği fenerbahçe'nin bir başkanının idam edildiğini de hatırlamakta fayda var. nazım bey, atatürk'e suikast iddiası olayında suçlu bulunup ipe gönderilmişti.
özellikle türkiye'de, futbol takımlarına tek bir paye biçerek tutarlı bir kimlik yaratmak pek kolay değildir. o nedenle üç büyükler için "demokrat/askerci" veya "solcu/sağcı" yaftalamaları yapmak pek olası ve inandırıcı değildir. yıllardır süre gelen "fenerbahçe burjuvazinin, galatasaray aristokrasinin, beşiktaş halkın takımıdır" yakıştırması da "süt kardeşler" i ayırmaya dönük suni ve naif bir tasniften başka bir şey değildir. elbette genel hatlarıyla birtakım ayranlar olabilir ama türkiye'de onca bedeller ödenmesine karşın doğru düzgün bir "sınıf mücadelesi" yaratılamamışken bu üç kulüp üzerinden bu kadar rahat ve net bir şekilde sınıfsal yorumlar yapmak bence ayrı bir "oyun". birbirinden beslenen bu üç kulüp için biçilen bu kimlikler hoşumuza gitti, hepsi o kadar. nihayetinde aynı aileden üç kardeşin birinin aslan, birinin kanarya ve birinin de kartal olmasının sebebi ideolojik bir ayrımdan değil de olsa olsa küçükken kalbin kendiliğinden tutulması, babanın, dayının veyahut ağabeyin seçimidir. celtic-rangers, boca-river ve barça-real ikilimelerine olan özenti olarak da yorumlayabiliriz üç büyükler arasında yaratmaya çalıştığımız "sınıfsal farklılık" zorlamasını...
şike davasıyla birlikte fenerbahçe, türkiye cumhuriyeti'nin "son kalesi" olarak konumlandırıldı. kendisini de bir "cumhuriyet" olarak tanımlayan fenerbahçe, davayla birlikte bir anda "siyasal bir hüviyet" çıkardı kendine. bu hüviyeti hazırlayan da fenerbahçe başkam aziz yıldırım'dı. ilk gözaltına alındığında yıldırm'ın siyasi kitaplar istediği haberi, medyada yer almıştı. buna göre yıldırım, davanın siyasi olduğunun mesajını vermek istiyordu.
zamanla bu siyaset göndermesi evrilerek "cemaat" olarak somutlaştı. yıldırım'ın fitilini ateşlediği ve ilgili medyanın da (samanyolu tv, zaman gazetesi) başlangıçta itiraz etmeyerek beslediği "cemaat algısı" üzerinde de durmalı. şu açıkça belirtmeli ki, yıldırım dışındaki sanıklar bu davaya, şike ve teşvik davası dışında anlamlar yüklemediler. en azından yaptıkları savunma itibarıyla bunu söylemek olası. iddianameyle sınırlı kalmayı taktiksel olarak daha doğru buldular. buna mukabil davaya birçok manalar yükleyen yıldırım ne yazılı savunmasında ne de duruşmalardaki konuşmalarında davanın arkasındaki "esas güç"e dair somut işaret ortayı koydu. hep imalarda bulundu. buna karşın polis ve savayı açıkça hedefine yerleştirip eleştirdi...
aziz yıldırım'ın cezaevindeyken yeniden başkanlığa seçildiği fenerbahçe kongresine dönelim. yıldırım liderliğinde oluşan yem yönetim listesinde iktidara da cemaatlere de yakın isimler yer aldı. ama bunlar kavgaya tutuşulduğu söylenen gülen cemaatinin değil, diğer cemaatlere yakın isimlerdi. peki bu durum nasıl yorumlanman? yıldırım'ın, içinde bulunulan döneme dair stratejik bir hamlesi midir yapılan, yoksa "cemaat var karşı çıkılır, cemaat var birlikte yürünür" anlayışı mı? yıldırım'ın bir önceki yönetimine de mevcut iktidara yakın isimler girmişti. yeni yönetimin tonuna bakıldığında özellikle de taraftarın açtığı "sandıkta görüşürüz" ve "cemaat fener ile başa çıkamaz" pankartları havada kalıyordu. "kuvayı milliye" ve "atatürkçülük" vurgusu yapılan bir savunmanın karşılığı olan bir yönetim kadrosunun oluştuğunu söylemek olası mıydı, bu tablo karşısında?