kenan başaran'ın "arkadan müdahale: 3 temmuz şike davası süreci" kitabından;
adını cemaat koydum!
şike davası, çağlayan'a taşınıncaya değin yıldırım'ın yaptığı açıklamalarla birlikte olup bitene de çoktan bir "ad" konulmuştu fenerbahçe taraftarı açısından: bu davanın arkasında cemaat, gülen vardı!..
yıldırım, hiçbir şekilde doğrudan isim vermese de onun yaptığı göndermelerden aldıkları feyzle taraftarların attıkları sloganlar ve açtıkları pankartlar şike davasının "eşgal"ini "gülen cemaati" olarak somutlaştırmıştı. bunun böyle olduğunun fenerbahçe camiası; daha doğrusu "fenerbahçe cumhuriyeti" açısından en büyük delili ise 3 temmuz sürecinde gülen cemaati medyasının aldığı tutumdu. ortada henüz sadece bir polis fezlekesi varken "cemaat medyası" olarak tanımlanan kesimin hükmünü vermiş olmasıydı sarı-lâcivertlilerin kanısını besleyen. cemaatin gayriresmi sözcüsü konumundaki hüseyin gülerce'nin, 6 temmuz 2011'de, yani operasyondan 3 gün sonra, zaman gazetesindeki köşesinde soruşturmayı "futbolun ergenekon"u olarak yaftalaması taraftarda oluşan algıyı besleyen mihenk taşlarındandı. gülerce'nin olan bitenin adını bu kadar erken koyup kalemi kırması hem cemaatin hem de destek verdiği hükümetin göreve gelirken ki şiarına ters değil miydi? 28 şubat'a karşı "hukuk devleti" bayrağını dalgalandıran zihniyet, bariz ofsaytta değil miydi? daha iddianamesi bile ortaya çıkmamış bir suçlamaya muhatap olan kişi ve kurumların çok isabetle söylediği gibi yapılan tam bir "yargısız infaz"dı. bu tutum futbolda gerçek bir arınma isteyenlerin de kalesine atılan bir gol oluyordu esasında. neylersiniz ki bu, memlekette ne ilk ve galiba ne de son yargısız infaz olacaktı. mesele insanların dava sonunda suçlu bulunup bulunmayacakları değildi. mesele yargılama başlamadan bazı çevrelerce bu hükümlerin yargı adına verilmiş olmasıydı. hal böyle olunca da yargılamaya olan inanç daha ilk günden taca çıkıyor ve ister istemez nihai karara olan güven de sarsılıyordu. ilk günden kalem kıranlar, esasen adalete hizmet etmiyor, bilakis adalet duygusunu baltalıyorlardı.
cemaat medyası, uzun süre davaya verdiği destekten ötürü bir sıkıntı duymadı. dava sürecinin sonlarına doğru ise zaman gazetesi genel yayın yönetmeni ekrem dumanlı, bu durumdan duyulan rahatsızlığı kaleme almaya başladı. ardından ruşen çakır, vatan'da dumanlı'ya cevap niteliğinde fenerbahçe cephesinde "cemaat algısı"nın neden oluştuğuna dair bir dizi makale yazdı ve kıyamet koptu. oysa çakır, yeni bir şey söylemiyor, sadece herkesçe malum olan tespitleri derli toplu bir arada sunuyordu. hatta bir nevi iki kesim arasında sulh sağlanması için platform oluşturmaya çalışıyordu. davayı başından itibaren izleyen biri olarak sarı kanaryalıların, davanın arkasında cemaat ve iktidarı gördüğüne şahit oldum. hatta bunu yorum ve haberlerimde de dile getirdim. cemaat çevrelerinin sanki ruşen çakır, yeni bir şey söylüyormuş gibi büyük bir infial yaşaması açıkçası bugün bile çözmekte güçlük çektiğim bir durum. şurası ise muhakkak: aziz yıldırım, isim telaffuz etmiyordu fakat çizdiği tablodaki ipuçlarıyla operasyonun arkasındaki ismin adeta kamuoyu eliyle konulmasını sağlıyordu. aylarca 3 temmuz'un sorumlusu olarak görülen cemaatin, uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra "nereden çıktı bu algı?" diye akıntıyı tersine çevirme çabası ikna edicilikten uzaktı.
bu noktada "sadece cemaat medyası mı, ana akım medya da infaz yapmadı mı?" sorusu gelecektir. kısmen doğru. fakat nispeten aklıselim olmaya çalışanlar her ne kadar fezleke ve iddianameden bölümleri sayfa ve ekranlarına yansıtsalar da sanıklara birtakım yaftalar yapıştırıp kesin suçlu olduklarına dair hüküm vermedi. bu ince aynını o büyük gürültüde görmek pek olası değildi.
akp iktidarı ise davada çok daha önce pozisyon değişikliğini gerçekleştirmiş ve fenerbahçe'nin kademesine girmişti. gerek şiddet yasası değişikliği gerek tff'nin, hatta uefa'nın nasıl bir yol izlemesi gerektiği konusunda doğrudan başbakan recep tayyip erdoğan'ın ayağını topa uzatması bunun en somut kanıtlarıydı. nitekim hem yasama organı hem de "özerk" tff, erdoğan'ın çizdiği rotada bir yol izledi. yine başbakan, taraftarın kendisine cephe aldığı günlerde, lefter küçükandonyadis'in saraçoğlu'ndaki cenaze törenine katılmaktan çekinmedi. taraftarın protestosuna rağmen erdoğan, buna çok fazla tepki vermedi. türk telekom arena açılışında galatasaraylıların yaptığı protestoya verilen tepkileri hatırlayınca aradaki fark daha iyi anlaşılıyordu.
iktidarın pozisyon değişikliğinde davaya olan inancın sarsılması mı etkili olmuştu yoksa "fenerbahçe cumhuriyeti"nin gücü mü? lefter'in cenaze töreninde başbakan'ı protesto eden fenerbahçe taraftarları, yaptıkları birçok yürüyüş ve mitingde de sadece "cemaat fener'le başa çıkamaz" demiyor, "sandıkta görüşürüz" de diyorlardı. bunun için oluşturdukları www.sandiktagorusuruz.org internet sitesi de 2014'te yapılacak yerel seçimler için gün saymakta. esasen bu sloganın bir geçmişi de var. fenerbahçe taraftan yıllar önce de koyu galatasaraylı mesut yılmaz'ın taraftarlığını "abartması"na tepki olarak, "sandıkta görüşüz mesut" diyerek pankart açmışlardı. madem ortada "fenerbahçe üst kimliği"ni her şeyin önünde tutan 25-30 milyonluk bir kitle vardı, o halde siyaset onların tercihlerine kayıtsız kalamazdı.