ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
ingiltere maçı yaklaşırken, maradona'nın dünya kupası'ndaki performansına hakemlerin yönetimi de katkıda bulunuyordu. hem dünya kupasında, hem de barcelona'da oynarken ispanya'da çıktığı maçlarda hakemlerin kötü yönetimi maradona'yı neredeyse doğru dürüst oynayamaz hale getirebiliyordu. ona yapılan kasti fauller genellikle görmezden gelinirken, düşerken işi abartmaya olan eğiliminin ve çalınmayan faullerde yaşadığı hayal kırıklığını el kol hareketleriyle ifade etmeyi sevmesinin icabına hemen bakılıyordu. kendini korumayı ve oyununu oynamayı başaramadığı zamanlarda sinirleri iyice bozulunca, anlayış görmek bir yana, daha da fazla cezalandırılıyordu. oysa meksika'da bunların aksine, maradona hakemlerin onu koruduğunu görmüştü, artık hakemlere karşı gelmeye ve derdini anlatmak için bir gösteri sahneye koymasına ihtiyacı kalmamıştı. bilardo da, arjantin'in 1982'de italya'yla oynadığı maçta olduğu gibi, maradona'nın, oyununu etkisizleştiren türden sıkı bir markajla karşılaşmaması için sahada daha serbest bir tarzda oynamasına izin vererek ona yardımcı olmuştu, ingiltere'nin eski teknik direktörü ron greenwood, arjantin'in uruguay'ı yendiği maçtan sonra şöyle diyordu: "sanki her yerde oynuyor gibiydi... sürekli engellemelerle, faullerle karşılaşıyordu, ama o karşılık vermiyordu, sadece işine bakıyordu. 'aferin sana oğlum' diye düşünmüştüm."
hakemler hiçbir zaman ingiltere maçındaki kadar maradona'nın yanında olmamıştı. politik sorunlar bir tarafa bırakılacak olursa, bu maçta en buyuk mücadelenin iki ülke ya da iki takım arasında olmayacağı, daha çok üstün yeteneklere sahip iki oyuncu -yani maradona'yla ingilizler'in kalecisi peter shilton- arasında olacağı ortadaydı. her ikisinin de takımlarında oynadıkları rol aşağı yukarı aynıydı. arjantin takımının bütün ümitleri maradona'nın ileri uçtaki becerilerine bağlıyken, ingiliz yorumcuların pek çoğu, ingiliz milli takımının maçı kazanma şansının shilton'ıngol yiyip yemeyeceğine bağlı olduğuna inanıyorlardı. maçtan önce takımının şansı konusundaki fikirlerini açıklayan robson, bütün ingilizler'in korktuğu o arjantinli'yi kontrol edebilecek bir dizilişle çıkarak shilton'ın işini kolaylaştırabileceklerinden emindi. robson, maçtan önce oyuncularıyla yaptığı bir toplantıda maradona'nın beş dakika içinde maçın gidişini değiştirebilecek kapasiteye sahip olduğunu söyleyerek, hepsinin ona çok dikkat etmelerini, ama ondan aşırı derecede korkmamalarını istemişti. sonradan günlüğüne şöyle yazmıştı, "onun etrafını kalabalık tutarak, ileri çıkmasını engellemeye çalışacaktık. geri dörtlümüz yerlerinden ayrılmayacak, dizilişi bozmayacak ve gelen toplara atlamayacaktı." bilardo, takımının maradona'ya yeterince destek olup olamayacağından emin değilken, robson kendine güveniyordu ve oyuncularının da kendilerine güvendiklerini hissediyordu. ingiltere son iki maçını üçer gol farkla kazanmıştı ve robson'ın dört yıllık teknik direktörlüğü döneminde hiçbir zaman böyle bir fark yememişti. "bu kez bir gol yeterdi. o kadar açgözlü değildim" diye yazıyordu rabson.
maçın ilk yarısı epeyce heyecansız geçmişti. arjantin savunması, ingiliz oyuncuların sıkılmak bilmeden ceza alanına indirdikten uzun toplan kolayca savuşturuyordu. maradona kendini ikinci yarıya saklarken. hoddle ve peter reid. arjantin orta sahası tarafından sindirilmişti. forvetleri gary lineker ve peter beardsley ise arjantin savunmasının delinmek bılmeyen duvarına toslayıp duruyorlardı. maçın başlamasından on dakika sonra gerçekleşen ilk faulde terry fenwick'e bir sarı kart gösteren tunuslu hakem ali bennaceur, o dakikadan sonra ingiltere'nin oyununu epeyce bozacaktı. tunuslu hakemin afrika'nın en iyi hakemlerinden biri olduğu soylense de. robson hakemin daha maçın başından itibaren gergin olduğunu ve arjantin yanlısı bir yönetim sergileyebileceğini fark etmişti.
golsüz beraberlikle başlayan ikinci yarının beşinci dakikasında robson'ın korktuğu başına gelmişti. maradona topla birlikte ingiliz defansına yüklenmiş, iki oyuncuyu geçmiş., ama valdano'ya attığı pas yerini bulmamıştı. ingiltere kalesinin önündeki karambolde hodge, shilton'a atmak için topu aşırmıştı. 0 arada maradona, biraz önce kaybettiği pozisyonunu yeniden yakalamış ve shilton'la birlikte kafaya çıkmıştı. yukarıda eller ayaklar birbirine karışmıştı., topa kimin elinin vurduğu da belli değildi. top ağlarla kucaklaşmıştı. maradona sevinçten çılgına dönmüş ve hakemin düdüğünü bile beklemeden, golü kutlamak için takım arkadaşlarına koşmaya başlamıştı. shilton ve diğer ingiliz futbolcular, elle oynama olduğunu ileri sürerek anında itiraz etmişlerdi. shilton karara o kadar bozulmuştu ki, elini göstererek kale sahasından çıkıp hakeme doğru koşmaya başlamıştı. normalde çok serinkanlı bir oyuncu olan shilton, hayatında ilk kez böyle bir tepki veriyordu. hakemle yan hakem ise gol olduğunda hemfikirdi. maradona için önemli olan da buydu.
dört dakika sonra maradona ikinci golünü atmıştı. bu kez attığı gol, futbol tarihinin en güzel gollerinden biri olarak tarihe geçecekti. brian glanvilie'nin sözleriyle bu, 'kesinlikle olağandışı, neredeyse romantik bir goldü, sanki okul maçına çıkmış bir velet ya da antik çağdan gelen bir yunanlı atlet tarafından atılmış gibiydi. bu kadar rasyonel bir çag olan ya da rasyonelleştirilen, çalımlarla top süren futbolcuların dinozorlar gibi soylarının olduğu günümüze ait değildi sanki'. maradona, topu kendi yarı sahasının ortalarından almış, sanki kramponlarına tutkalla yapıştırmışçasına, slalom yapan bir kayakçı gibi zahmetsiz hareketlerle ingilizlerin yarı sahasını da boydan boya kat etmişti. 'sag taraftan topu aldığımda ve peter reid'in beni yakalayamayacağını fark etliğimde" diyordu maradona sonradan, "topla birlikte koşmam gerektiğini hissettimç herkesi geçebileceğimi düşünmüştüm."
sola doğru dönerek gary stevens'ı kolayca geçmişti. ikinci çalımı attığı terry butcher ise mikki takımın defans oyuncusundan çok öylesine koşturan bir koyun gibi ters yöne doğru savrulup gitmişti. fenwick, maradona'ya dirsek atmak istemiş, aöa sonra kendini kontrol etmişti. zaten bir sarı kartı vardı ve maradona'ya faul yapıp indirmenin yol açabileceklerinden korkuyordu. "arkamdan kayarak giremezdi. çok hızlıydım" diyordu fen-wick'in kendisini arkadan indirmek istediğinden emin olan maradona. fenwick'ten kurtulan ve bu arada topun kontrolünü bir an için bile kaybetmemiş olan maradona, shilton'm yerini kontrol edecek zamanı da bulmuştu, ingiliz kaleci umutsuzca arjantinli'nin bir dahaki hareketinin ne olacağını tahmin etmeye çalışıyordu, maradona da onun üstüne doğru gitmeye devam etmiş, gol vuruşunu mümkün olabilecek son ana bırakmıştı. bu bir anlık gecikmesi, butcher'ın arkadan son bir hamleye daha girişmesine yol açmıştı. ayağına doğru yatarak maradona'nın hızını kesmeye çalışmış, ama başarılı olamamıştı. maradona kendini toparlamış ve topu zahmetsizce sağ ayağından sol ayağına aldıktan sonra, umursamaz bir tavırla shilton'm yanından ağlara yuvarlamıştı.
ingilizler'in bu kez şaşkınlıktan ağızları açık kalmıştı. "bizim takımda bir sorun ya da hatalı hareket yoktu" diyordu robson, "sadece takımın yarısını geçip turnuvanın en güzel golünü atan tek bir oyuncu vardı karşımızda". maradona'nın takım arkadaştan açısındansa, bu gol, onun sadece takımında değil, dünya futbolunda da çok özel bir yere sahip olduğunun en açık ifadesi olmuştu. arjantin takımında, maradona'nın ingilizler'ın kalesine doğru başlattığı akını destekleyebilecek en iyi pozisyonda olan oyuncu, orta sahadaki valdano'ydu. başlangıçta valdano da kendi yarı sahasından koşmaya başlayarak maradona'yı yakalamaya çalışmıştı, ama sonra benzen bir daha atılamayacak bir golde kendisine hiç gerek olmadığını fark etmişti.
"başta, takım içi sorumluluk gereği, ben de onun yanında koşmaya çalışmıştım, ama sonra benim de sadece bir seyirci olduğumu fark ettim." diyordu valdano. "benim yapabileceğim bir şey yokmuş gibi gelmişti. bu, onun golüydü ve takımın geri kalanıyla ilgisi yoktu. bu, diego'nun serüveniydi ve gerçekten göz alıcıydı." sonradan ingiltere bir gol atacak, ama maçı 2-1 arjantin kazanacaktı.