ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
futbol uzmanlarının pek çoğu, maradona'nın becerilerinin ispanya'daki 1982 dünya kupası'ndan beri çok geliştiğinde hemfikirdi. uzun süredir ülkesinde oynamıyor olması, uluslararası futbolu, özellikle de avrupa takımlarının taktiklerini ve becerilerini daha iyi anlamasını sağlamıştı. futbolcu olarak olgunlaşmıştı. barcelona'da yaşadığı karışık olaylardan sonra, napoli'deki ilk iki sezonunda hem enerjisini hem de coşkusunu yeniden toparlamış gibiydi. arjantin milli takımı'nın kaptanlığına getirilmiş olması, ona kişisel sorunlarını aşması için ihtiyaç duyduğu özgüveni de sağlamıştı. bilardo 1983'te teknik direktörlüğe getirildiğinden bu yana arjantin'in karnesi pek de etkileyici sayılmazdı: oynadıkları otuz dört maçın sadece on üçünü kazanmışlardı. ama maradona'nın kendine özgü dehası, kolombiya'yla oynadıkları bir eleme grubu maçında da ortaya çıkmıştı. ı ki takım arasındaki maçların çoğunda olduğu gibi, bu karşılaşma da düşmanca bir atmosferde oynanmıştı. rakip taraftarlar aralıklarla birbirlerine küfürlü tezahüratta bulunuyor ve sahaya çeşitli maddeler atıyorlardı. bir ara bir kolombiyalı, maradona'ya bir portakal atmıştı. ancak her nasılsa maradona portakalın geldiğini görmüş, portakalı bir ayağıyla yakalamış, zarif bir hareketle diğer ayağına geçirmiş ve iki ayağıyla oynamaya devam ederek, sonunda şiddetli bir vuruşla tribünlere geri göndermişti. maradona, barcelona ve napoli takımlarında oynarken futbol topuyla çok daha şık hareketler de yapmıştı, ama bu hareket onun, küçük bir çocukken kameraların önünde ayağında portakal sektirdiği gunlerin sıhnnı ve coşkusunu daha kaybetmediğini gösteriyordu.
bilardo meksika'ya gelirken, hem kendi geleceğinin hem de arjantin takımının kaderinin maradona'nın ellerinde olduğunun farkındaydı. real madrıd'li kanat oyuncusu jorge valdano ve eski kaptan daniel passarella gibi diğer oyuncular ise, gazetecilerle yaptıkları baş başa görüşmelerde tek bir adamın becerisine güvenmenin, takımın açıkça görülen zayıflığını ortadan kaldırmaya yetmeyeceğinden korktuklarını söylüyorlardı. menotti'nin felsefeye dayalı futbol anlayışına bağlı okuldan gelen, sol eğilimli bir entelektüel olan valdano, bilardonun pragmatizmine uyum sağlamakta güçlük çekiyordu. passarella'nın söylediklerinde ise hâlâ bir kıskançlık varmış gibi görünüyordu. valdano, maradona'nın büyük bir hayranı, aynı zamanda da yakın arkadaşıydı. ama bilardo'nun kurduğu takımın ne kadar kolay yenilebilir olduğunun da farkındaydı. maradona'yla takım finale kadar giderdi. ama o olmayınca, bılardo'nun maradona'yı ilerdeki anahtar oyuncu olarak kullanarak geliştirdiği 4-3-3 sistemine dayalı takım oyunları, kağıttan bir kule gibi yıkılıp gidebilirdi.
her zaman olduğu gibi, bir diplomat olarak ortaya çıkıp maradona'nın ismi çevresinde bir iyimserlik havası oluşturmak, yine eski milli futbolcu ossie ardiles'e kalmıştı. "turnuvada parlayacak tek bir oyuncuya para yatırmam gerekse, bu, diego maradona olurdu" diyordu ardiles, turnuva öncesi kendisiyle görüşen ingiliz gazeteci john motson'a.
ardiles haklı çıkmıştı. turnuva boyunca valdano ve passarella'nın yerine takıma giren jose luis brown gibi futbolcular, arjantin'in kupa öncesindeki durgunluk havasından kurtulmasını sağlamışlardı. ama sadece takımının değil, kupanın da tartışılmaz yıldızı olan futbolcu maradona olmuştu. arjantin'in batı almanya'yla oynadığı final maçından önce hugh mcllvanney, maradona'yı şöyle anlatıyordu: "dünya kupalarının yarım yüzyıllık tarihi boyunca hiçbir futbolcu, herkesin final maçının sonucu hakkındaki düşüncesini tek başına bu kadar etkilememişti" diye yazıyordu observer gazetesinde. "maradona'nın etkisi, onun sadece şu anda oynayan en iyi ve en heyecan uyandırıcı futbolcu olmasından da öte bir şey. bu, onun burada, meksika'da, sahalarda yaptığı her şeyin içinde alttan alta kendisini gösteren dehasını tam anlamıyla ortaya koymak için azteca stadyumu'nu seçmiş olduğuna bütün dünyayı inandıran şeyin ta kendisi."