“ankara’da gençlerbirliği ile bir milli küme maçımız vardı. cumartesi-pazar üst üste oynuyoruz. cumartesi günü bülent oynadı, pazar günü cezalıydı. sahanın kenarında nişanlısıyla beraber maçı izliyordu. gençlerbirliği’nde sonradan avukat olan kaleci necip vardı, santrhafta hasan polat oynuyordu. gidiyoruz atamıyoruz, geliyoruz atamıyoruz, bir türlü gol olmuyor. istasyon tarafındaki kaleye hücum ediyoruz. bizde sağ açık ‒ nur içinde yatsın ‒ muhtar tunçaltan oynuyor. bülent maç bitiminden on - on beş dakika evvel gençlerbirliği kalesinin arkasına gitti. dışarı çıkan topları bir an evvel oyuna girsin diye sahaya atıyordu. fakat gol olmadı ve maç 0-0 bitti. bizim şampiyonlukta ümidimiz kalmamıştı. o sırada muhtar bana, ‘reha abi arkana bak!’ diye bağırdı. arkama döndüm baktım, bülent’in üstünde pardösüsü, başında fötr şapkası vardı. sivil kıyafetli bir adam havada uçuyor. sonra başka birisi ona doğru koştu, bir yumruk çaktı ona, o adam da havada. üçüncü geldi, ona da çakınca hasan polat’ın santrfor kardeşi ali, bülent’i kolunun altına aldı, doğru saha dışına çıkardı. o zaman uçak yok, istanbul’a yataklı vagonla dönecektik. ankara garı hıncahınç doluydu, gazi istasyonundan bindik trene.”