kadri, doğan, yılmaz, tarık ve bahriden mahrum galatasaray, h. tepe'yi mağlûp edemedi: 0-0
başarısız bir oyun çıkaran sarı-kırmızılı takım, beraberliğe razı rakiplerinin defansını aşamadı
necmi tanyolaç
eskiler, fulbolü sevmeye başladığımız yaşlarda bize kendi çağlarının futbolunu anlatırlardı... ağzımız açık kalırdı onlar anlatırken... ne devler, ne futbol hârikaları geçmişti sahalardan.. .
bir zeki gelmişti türk futbolüne... bir alâ vardı yanında. bekir'ler, arslan nihatlar, fevziler, şerefler... biz bu altın devre yetişememiştik. hâtıralarını dinliyorduk. sonra cihatların, gündüzlerin, hakkıların, selâhatinlerin devri geldi. biz buna yetiştik. o günden bu yana da lefter kaldı hâtıra olarak. ya biz, bizim nesil ne anlatacaktı, kendinden sonra gelecek çağın çocuklarına. milli lig denen komediyi mi, içten içe derinleşen futbol yarasını mı? neyi, neyi, neyi?..
işte galatasaray - hacettepe maçı, bir tarafın kaybedecek hiç bir şeyi yok diyorlardı. pekiyi kulüp prestiji, kulüp sevgisi de mi yoktu bunlarda? anlaşılması güç 90 dakika durdular, garip garip hareketler yaptılar ve topa vurmadan sahayı bıraktılar.
hacettepe düşmemek için çırpınıyordu sertti, dikkatliydi, ama bu tarafta da bir futbol takımının oyunu yoktur. vur allah vur. nereye gelirse.
böyle bir maçın sonunda suphi solaçığın turgay'ın kalesine savurduğu voleyi maçın tek hâdisesi olarak kaydediyorduk. belki de bu kadar şahâne bir hareketi böyle bir maça yakıştıramadığımız için...
bir de ilk devrede golünü atacağı sırada pozisyona karışan erdoğan'ın lüzumsuz hareketi yüzünden metinin burnunun kırılışı...
işte dünkü maç bu kadardı. ve galatasaray dururken bir seyirci bağırıyordu; «birazcık beykoz için oynayın...»
hangi beykoz? galatasarayın kendini kurtaracak hali mi vardı yani?