ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
sait çelebi (hazırlayan: m. sabri koz)'un "ilk yıldızlar ilk hatıralar" başlıklı yazısından;
fenerbahçe kulübü'nden ismet bey
ismet bey cılız ve zayıf, hastalıklı vücuduna ve saatini tehdid eden fazla yorgunluğa rağmen spora ve bilhassa futbola nasıl devam ettiğini anlatıyor. ne sıhhati, ne ailesi, ne mektebi onu bu tatlı zevkten men edememiştir.
geniş göğsü, cakalı yürüyüşü, fiyakalı selâmlarıyla her hafta spor çayırlarında gördüğümüz bu sevimli sporcumuzun olimpiyata gideceği şu haftalarda hatıratını dinlemek, herhalde karilerimizi fazla alâkadar edecektir. ismet bey hatıratını şu suretle naklediyor:
"çocukluk ve gençlik devirlerinde, bilerek bilmeyerek, spor nâmını verdiğimiz şeylerin peşinde koşmak ve uğraşmakla dolu hayatımızı birkaç sahifede ihtisar [özetleme] şüphesiz benim için pek güç olacak.
şimdiye kadar sporlardan memleketimizde yapılması mümkün, hattâ müşkil olanların bile, hemen hepsiyle uğraştım. bunlardan futbol, hokey, tenis, boks, güreş sporlarıyla ve nihayet denizcilik ile meşgul oldum. fakat bugün benden yalnız futbol hatıratım isteniyor. futbol ki sevdiğim sporların ikincisi sayılabilir. 326 [1910] senesinde henüz dokuz yaşında iken bu sporun ne olduğunu bilmeyerek başlamış, fakat bir sene sonra osmanlı ittihat mektepleri'nde bunun peşinde epeyce yorulmuş idim. o vakit ben ne oynadığını bilmeyen bir zümrenin nâmdâr [ünlü] kalecisi bulunuyordum. o zamanki oynadığımız futbolun faidesi alîl [sakat, hasta], cılız, neşv ü nemasını ikmal etmemiş [gelişmesini tamamlamamış] vücutlarımızı biraz daha hırpalamak, biraz daha ezmekten ibaretti. ve buna futbol ismini vermek bir hata olurdu. nitekim bunu bir sene sonra fenerbahçeli mustafa bey'in hakemliğiyle oynadığımız bir oyunda anlamıştık. mustafa bey mütemadiyen düdüğünü öttürüyor, 'faul', 'ofsayd' gibi kelimelerle 'taç' ve 'aut'dan başka bir şey bilmeyen bizleri bîzâr ediyordu. işte ben on iki sene evvel böyle başlamıştım. kadıköy nümûne mektebi'ne esnâ-yı naklimde [naklim sırasında] orada kıymetli futbolcu bulmuştum ve hemen mektebin ikinci timinde müdafaa mevkiine idhal edildim [katıldım]. bir kere de fener'e karşı yaptığımız bir maçta -beğenildiğimden olacak- ağabeyimin arkadaşlarından mustafa bey'in delaletiyle [kılavuzluğuyla, yardımıyla] galatasaray'a kaydedilerek üçüncü ve dördüncü timlerde oynamaya başladım. şimdiye kadar oynadığımız oyunlarda futbolu spor olarak yapmadığımız tabiî idi. çünkü küçücük boyumuz, incecik boynumuz ile her gün güneşin en hararetli zamanlarında pek çok saatlerimizi top peşinde geçiriyorduk.
bu fena itiyâd [alışkanlık] beni o hâle koymuştu ki herkes teverrüm ederek [vereme yakalanarak] ve fat eden pederime benim de iltihak edeceğimde [katılacağımda] müttefik idiler [anlaşmışlardı]. mamafih bu esnada ben bu alîl vücudumla futbol sahasında mütemadiyen terakki ediyordum. 0 kadar ki, meşhur oberle ile celâllerle aynı timde oynamaya başlamıştım. bu vaziyet, spor sahasında yegâne küçük bir çocuk olan bana büyük bir zevk ve gurur veriyordu.
beni tanıyanlar pek hâlâ bilirler ki, 331 [1915] senesinde birinci timlere dahil olduğum zaman ancak 14 yaşında bulunuyordum.
65 kiloluk sikletim, 66 santimlik göğsümle ilk oyuna girdiğim gün oberle şaşırmış, timin kaptanını çağırarak bu küçük çocuğun ne maksatla time idhal edildiğini [katıldığını] sormuştu. fakat maçın akabinde [bitiminde] hayretle yanıma sokularak daima benim için kullandığı 'le petit' ünvanıyla sırtımı okşamış, bana her zaman neşv ü nema için verdiği nasihatlerine başlamıştı.
o sene ben bu küçücük vücudumla çok terakki etmiştim. sene sonunda şampiyon çıkan altınordu'ya karşı kulübün yaptığı muhtelit [karma] time bizden de oberle ve timin kaptanıyla birlikte ben dahil oluyordum. hattâ küçüklere itiraz eden anadolu kulübü time oyuncu vermemişti. o zaman maça girerken, eski oyuncu olan bir rakibin kenardan 'ben ismet'in topa vurduğu kadar maça girdim' dediğini ben işitmiştim.
hiç şüphe yok ki bu, benim yerini zabt ettiğim bir muavindi, belki hakkı da vardı. fakat kuvvet[l]i bir genç olan o zamanki altınordu'nun solaçığı karşısında zayıf vücudumla oynadığım oyun herkesin nazar-ı takdirini celb etmişti [övgüsünü kazanmıştı]. halbuki bu kadar yorgunluğa vücut zafiyeti [zayıflığı] de tahammül edemiyordu. nitekim ertesi sene adım atamayacak bir hâle geldim. o zaman böyle olmakla beraber bu çıkmaz yoldan dönemiyordum. bu esnada kadıköy sultanîsi'nde zafiyetim dolayısıyle futboldan men edilmiş ve müdîriyetçe de beni kontrol için tenbihât-ı lâzımede [gerekli uyarılarda] bulunulmuş idi.
filvaki [gerçi] müdürün bunda hakkı vardı. çünkü ben deri ve kemikten mürekkeb bir ucube [garip yaratık] kalmıştım. o esnadaki ebadımı [boyutlarımı, ölçülerimi] şuraya kaydediyorum:
sene 332 [1916] - baş 15 - sıklet 42 kilo. boy 1,48, boyun 30, göğüs 66, kol 19, bazu 21,5, bel 56, baldır 32 santim idi.
her sene kaydeylediğim ebâd cedvelinin teşrîn-i evvelindeki [1916 ekim-kasım] sahifesi işte bu suretle kapanmıştı. üç sene her gün böyle biraz daha ezilerek, kaybederek geçti. bu esnada mekteb-i tıbbiye-i şahaneye [tıp fakültesi] kabul edilmiştim. muayene-i sıhhiyede [sağlık muayenesinde] echeze ve azamın [organlarımın] tamamen mükemmel olduğu bilmuayene [muayene ile] sabit oldu. bununla beraber 49 kilo sıkletli, 76 santim göğüslü, 32 santim kollu, zayıf kavruk bir çocuktum. kavruk bir çocuktum. baz, kimselere olduğu gibi, asker ocağı bana da yaradı. ananeye [geleneğe] fevkalâde riayetkar olan bu mektepte bilhassa o zamanlarda hak daima sınıf arkadaşlar, arasında kuvvette görülüyordu. tabiatın bana verdiği asabı [sinirli], hadîd [hiddetli], haşîn [sert] etvârım [tavırlarım] netîcesi bu mektepte çok belâlara maruz kalıyor ve eziliyordum. artık çocukluktan çıkmış, darülfünun talebesi [üniversite öğrencisi] olmuştum. spor hakkında bir fikir edinmeye başladığımdan çalışmanın tarzını değiştirerek muntazam [düzenli] bir şekle soktum. 46 kiloluk sıkletimle jimnastik yaptığım gün herkes 'karga kadar vücuduyla jimnastik yapıyor' diye benimle istihza [alay] ediyordu. çünkü orada jimnastik yapma hakkı olanlar kuvvetli, iri vücutlulardı. buna rağmen ben azimkârâne tam iki sene çalıştım. iki sene sonra etrafımda alaylar istihzalar yerine hayretler takdîrler görünmeye başladı. bu zamana kadar ağabeyimin o kulüpte bulunması dolayısıyle galatasaray'da oynuyordum. bu kulübü cidden severdim. harp senelerinde galatasaray'ın şâyân-ı hürmet [saygıdeğer] azaları [üyeleri] vatanı müdafaaya koştuğundan kulüp birtakım spor ruhu taşımayan şahsiyetlerin elinde kalmıştı. ve nihayet sporculuğun kıymetdâr bir uzvu olan muhterem reisi ali sâmî bey bile gücendirilerek istifa ettirildiğinden kulüp bütün bütün çığrından çıkmıştı.
bu hal karşısında biraderim istifa eylediği gibi ben de kulüple olan alâkamı kat' ederek [ilgimi keserek] ilk defa ve resmen fenerbahçe kulübü'ne dâhil oldum. bu esnalarda sporu daha iyi anlamaya ve daha esaslı çalışmaya başladım. oyunlardan sonra su-i istimallerden kaçındım. gıdanın derece-i ehemmiyetini idrâk ettiğimden terli terli dört bardak su ve iki lokma ekmeğin o zamana kadar bendeki tesîr-i tahribkârîsini [yıkıcı etkilerini] hissediyordum. ne çâre ki pek geçti.
vücudum kuvvet'endikçe futbolda da elzem olan mukavemet ve sür'at hassalarını [dayanıklılık ve hız özelliklerini] kazanmaya başlıyordum. fakat bu esnada boks. daha ziyâde inhimakimi mucib oldu [düşkünlüğüme yol açtı] ve futbolda benim için bir devre-i tevakkuf [durgunluk dönemi] başladı. birkaç sene evvel galatasaray'ın avrupa turnesi ne iştirakim futbolun terakki ettiği bu memleketlerde ne suretle çalışıldığın, daha yakından görmeye sebep olduğundan futbolu daha iyi anlamaya başladım. o zaman fikrim şu noktada toplanmıştı: futbola esasi, olarak çalışırsa iyi. samîmî ve güzel bir spor... yoksa vücudu bilhassa gençleri tahrip etmek için pek fena bir yol ve en müdhiş bir vasıta.
o zamandan beri istanbul'da birçok ecnebi takımlar ile çarpışırdık. ve bunlar bize çok istifâdeler bahşetti [sundu]. şimdi artık muktedir bir muallimin idaresinde milletimizi temsil etmek üzre paris olimpiyatı'na hazırlanıyoruz. ümit ederiz ki türkler paris'teki kolomb stadı'nda dünyanın şampiyonluğuna namzet [aday] çekoslovaklara karşı mağlub olsa bile büyük bir muvaffakiyet temin edecektir. ve bütün gayem orada milletim için iyi bir oyun oynamaktır..."