* şöyle bir baktım kafileye: vildan âşir savaşır var... cihat arman var... samim var. ismi üstünde var... ahmet erol var... eeee milano'da gündüz kılıç... bir de ben varım... 1948 londra olimpiyatlarına tekrar gidiyoruz sandım. kadro aynı... lâf aramızda, allah kem gözden korusun, ahmet erol bana dönmüş... ama gene da çıksak sahaya. federasyonun geleneklerini bozmayacak bir miktar da biz yeriz italya’da...
* şenol'la birol bir köşede oturmuş, düşünüyorlardı. beni görünce «ooo ne haber beşiktaşlı şükrü ağabey?» dediler. mâsum çocuklar, ellerinde siyah-beyaz renkli mecmualar vardı. üstelik beni teselli için «üzülme şükrü ağabey, son fenerbahçe-beşiktaş maçına... o maçta beşiktaş, beşiktaş'ı yendi» demeyi ihmal etmediler. belki de fenerbahçe'de istedikleri gibi oynayamayışlarının sebebi de, kendilerini hâlâ beşiktaşlı zannetmeleri...
* fenerbahçenin gelişi cidden enteresan oldu. uçak geldi, kafile indi, formaliteler tamamlandı. ama büyük fikret bana «henüz tamamlanamadık» dedi. önce anlayamadım, sonra gene fikret «aman, dedi, bizim antrenör gelecek. sen italyancanla ona yardım ediver!» bekledim bekledim, nihayet bir uçak geldi. iöinden bir adam indi. sarışın, kısa boylu, ondüleli saçlı... üzerinde bir pardüse vardı, ben onu mills sandım, meğer yugoslav antrenörmüş... «ben var aramak fenerbahçe» dedi. «yarın flamino sahasına gel, bulursun» cevabını verdim.
* işittim ki, eski takım arkadaşlarımdan gündüz kılıç, milâno'ya gelmiş. antrenör herrera'dan italyanca lisan dersi alıyormuş. lisan bitince antrenörlük ve menecerlik dersi alacakmış. inter kulübü de beğenmiş bu fikri. hattâ «bizde kalamaz mısınız?» diye sormuşlar. gündüz ise, «rüçhan'la turgan olmadan çalışamam. onları getirin» demiş...
* fenerbahçenin geleceğini duyan can bartu, otomatik omuzunu derhal attırdı ve sırf takımının maçını seyredebilmek için sakatlandı. fenerbahçeliler, «can gelse de, taktik ver...» diyorlar... kulakları çınlasın, orhan şeref'e de bologna'da can birşeyler söylemişti... hani canım, 6-0'lık maçta...
* burada macar mültecisi çok. italyanlar da onları çok sever. bu bakımdan vakti boş olup da maça geleceklerin çoğunluğunu bu macar mültecileri teşkil edecek diye korkuyorum. bu korkumu fener idarecilerine de açtım. «bu bir ehlisaliptir. dedim kendilerine, paradan kaçınmayın» tavsiyesinde bulundum. onlar da kaçınmadı. hazırlığa giriştim. buradaki koloniyi ayaklandırıyorum. ben de bir eşeğe binip ehlisalip papazları gibi elimde çıngırakla maça bizimkileri dâvet edeceğim.
* cihat arman'ı lazio'ya satmayı teklif ettim. yanaşmadı. «ümitlerle meşgulüm» dedi. «daha sen kendin ümitsin» dedimse de dinletemedim. halbuki çıksa sahaya, iki yumruk vursa topa, rahat satarım onu...
* italyanlar mmaça, adam gibi bir hakem koymuşlardı. fakat bu adami'ye, fazla türk maçı idaere edip türk hakemlerine dönmüştür diye, macarlar istemedi.
* çocuklar benim notlarım bu kadar... yarın gene erkenden telefonla arayın... evet, ayni numaradan... durun durun, mühim bir ricam var... daha doğrusu müslim baba rica etti.. namık, ne kadar zahmetse ilgilenin şu işle... memleket meselesi... fenerbahçenin, türk futbolünün prestiji bahis mevzuu... orada kalan idareciler de meşgul oluversinler... seyahate katılamayan idareciler hemen sulukule'ye gidip o zurnacıyı bulsunlar...acele, döyiz, pasaport işini tamamlayıp zurnacıyı maç akşamı uçağına yetiştirsinler...hava alanında ben karşılayacağım. aman namıkcığım, ne olur, ihmal etme... müslim bağcılar çok rica etti... haaa bir de boğaz gazinolarından birinden üç dört tane temiz masa örtüsü gönderin. buradaki lokantalarda kağıt örtü kullanıyorlar. bezlerin de boyu küçük... müslim baba «bağazdakiler benim göbek ölçümü bilir, ona göre üç dört örtü versinler» dedi. seyahate gelemeyen idarecilerden biri, bü örtüleri acele uçak havalesiyle yollasınlar... aman zurnacının pasaportunu geciktirmeyin... haydi eyvallah... sakın bunları dalgınlıkla gazeteye yazayım demeyin... tamam matmazel, tamam... si si... istanbul parlato finito...