ilk basımı 2004 yılında olan bozkurt k. yılmaz'ın "bu aşk bizi canlı tutacak: fenebahçeli olmak" kitabından;
inönü'deki maça bir gün kala yeğenim melisa adana'dan telefon ediyor, "hafta sonu için başarılar enişte" diyor. ben niye ona "size de başarılar" diyemeyip lafı geveliyorum, derslerden, hangi kitapları okuduğundan bahsediyorum? nerede, neyi kaybettim de bu işin zevkli bir oyun olduğunu unuttum? rakip takımdan arkadaşlardan beni en son kim aramıştı da başarılar dilemişti?
deplasman maçlarını seyrettiğimiz iki uğurlu "mekan" vardı. ali'lerin evinin bir yenilgi ile uğuru kaçtı. tekrar mimoza sokak'a dönmek zorundayız. gerçi ev sahibimiz ilker "uğur yapmak uğursuzluk" getirir dese de hepimizi davet ediyor.
maç öncesi açıklayamayacağım bir şekilde rahatlıyorum. aklımın her bir yanını isteğim dışında kurcalayan hatta kanırtan sorulara, sorunlara cevap bulmuşum ve sorularda en azından bir süre için ellerindeki alet edevatı bir köşeye bırakmış gibi hissediyorum. göreceğiz bakalım bu huzur geçici mi kalıcı mı?
uğurlu cipsleri aldığımız ziya market kapanmış. şaşırmıyorum, zira küçük karton üzerimde dört işlem yapan müesseslerin ömrü kelebek kadardır. komşusu ulus market'e giriyorum. paramı öderken "uğur ve ziya market" ile ilgili kendi kendime mırıldanmamı duyan marketin sahibi üzerine alınıyor galiba ve "tazedir abisi hepsi" diyor. içeride cips ve bira alan adam, kaçamak bakışlar ile sürekli bana ve formama bakıyor ama tek kelime söylemiyor. halden anlarım...
bir gün önce melisa'ya söylemediklerimi ona söylüyorum "size de başarılar dilerim" şaşkınca "sağol hocam" diyor. maç saati yaklaşırken heyecanım iyice azalıyor ve kendi kendime "aferin bozkurt, tam sporcu gibisin maça sakin gireceksin" diyorum. ilker de zaten supertramp dinletiyor. bu onun meditasyonu olsa gerek.
hakem başlama düdüğünü çalınca ben de kronometreme basıyorum. o anda kim bilir kaç kışı duasını bitirip elini yüzüne sürdü, kaç kişi yumruklarını sıkıp "hadi aslanlarım be" dedi. kaç kişi de "ah bir yenilseler, başka bir şey istemem" dedi. sarı kanaryalar koşmaya başlayınca yollarına taş serpenler çok olur. onun için tribünlerdeki ilk ders "fener'in fener'den başka dostu yok"tur.
maça rakip hızlı başlayınca "ya bunlara karadeniz'den teşvik primi mi geldi" esprileri geliyor, gülüyoruz. sonra maçı da güle oynaya kazanıyoruz. maç bittikten sonra sarılarak çektirdiğimiz fotoğrafı yıllar sonra gördüğümde de o an neler hissettiğimi hatırlayacağımdan şüphem yok. aylar önce yanında başkaları varken de bu sevdamıza sahip çıkmaktan vazgeçmemiştik, daha bu öğlene kadar hayal kuranlar varken de. bu yıl da sonraki yıllarda sahip çıkacağız. söz!
maç biteli çok olmuş ama hala bağdat caddesi'nin bir yanı sarı, diğer yanı lacivert diye bağırıyor. cep telefonu şirketleri bu gece mesaj rekorunu kırmışlardır. asıl rekorun kırılmasına 3 hafta var.
burak'a da unutmadan maç sonucunu haber vermek gerek diye düşünüyoruz. zira maçı seyredemeyecek ve gidip caddebostan'da dalgakıran en ucunda elif ile elele adalara bakacaktı...
sonradan öğreniyoruz. hakikaten sessizliğin ortasındalar. elif tüm iyiniyeti ile bir şeyler anlatıyor ama dinleyen kim? az ilerlerinde köpeğini gezdiren hanımın topuk ve köpeklerin ayak sesleri dışında ses yokken burak'm kulağına bir ses, bir fısıltı geliyor. "elif, sen de duydun mu? " diyor. elif bir şey duymamış. burak dikkatle dinliyor denizin ortasından bir haykırma geliyor "feeeeneeer" diye. belki bir balıkçı, belki adalardan gelen bir çığlık, belki de sahile yakm bir apartmandan yankılanıp gelen bir ses... "galiba gol attık" diyor ve dayanamıyor açıyor telefonununu. evet bir mesaj var ve fenerbahçe 1-0 önde... o anda "ne işim var dalgakıranda" diyor...
pazartesi öğlen yemek yerken sen son yediğim yemeğin üzerinden 24 saat geçtiğini anlıyorum. böyle günlerde insan çocuk gibi oluyor, birisi "acıktın mı?" demezse yemekti oydu buydu aklına gelmiyor. geçtiğimiz hafta üstün performans gösteren espresso makinesini özenle temizleyip teşekkür ediyorum. "abi biz ne yaptık ki, asıl zafer sporcuların, sizlerin, camiamızın" diyor. "başarıyı paylaşmayı bilmek gerekir. hepimizin çorbada tuzu var. hadi yap bakalım şimdi bir keyif kahvesi de rahat rahat içelim" diyorum.
aklıma, 1996 senesinde şampiyonluk maçından sonra sıcağı sıcağma konuşan aykut kocaman geliyor "o golü atan değil yiyen biz olsaydık şimdi her şey değişecekti." acaba kahvemi içtikten sonra dün geceki hüsrandan sonra ne kadar üzgün olduklarını tahmin edebildiğim rakip takımın taraftarı yakın arkadaşlarımı teselli maksatlı arasam mı? iyi de arayıp ne diyeceğim? "boş ver, üzülmeyin" falan denmez ki. böyle bir günde beni arasalar daha da sinirlenirdim. ne diyeceğimi bilemediğim için aramıyorum. zaten herkes onun için "aykut" olamıyor.